Hüriyet

30 Eylül 2013 Pazartesi

Gençler Kabusu Oyun Havası İle Bitti

     Fenerbahçe dün akşamki galibiyetle sadece galibiyet serisini 5'e çıkarmadı, aynı zamanda en son 7 Nisan 2013'te Ordu'yu deplasmanda yendikten 175 gün sonra tekrar İstanbul dışı deplasmanda kazandı. Gençlerbirliği'nin 9 maçtır evinde yenilmediğini de düşündüğümüzde dün akşamki maç çok önemliydi. Galatasaray'ın Rize karşısında evinde 1-1 berabere kalarak puan kaybettiği haftada puan farkını 5'e çıkarması özellikle zorlu maçlar öncesi çok önemliydi. Diğer yandan Galatasaray'ın iç karışıklığı, Beşiktaş'ın da derbiden saha kapatma ve Bilic'e 3 maç ceza ile ayrılması Fenerbahçe'nin ekmeğine yağ sürüyor. Gençlerbirliğ her ne kadar da maç öncesine kadar oynadığı 5 maçta 1 galibiyet 1 beraberlik ve 3 mağlubiyet alsa da kadrosunda Stancu, Petrovic, özellikle Jimmy Durmaz ve Gosso gibi çok önemli futbolcuları barındırdığından önlem alınması gereken bir takım. Bununla birlikte klasik bir Anadolu takımı hüviyetinde de değiller. Pozitif ve öne doğru oynamak isteyen, kontra ataktan çok sistemli bir oyunla golü arayan bir yapıya sahip. 


     Fenerbahçe oyuna klasik 11 ve oyun düzeni 4-2-3-1 ile başladı. Aslında Alper Potuk'u daha çok ikinci devrelerde oyunda görmeye alışığız. Christian'dan istediği verimi ve hareketliliği alamayan Ersun Hoca Holmen'i o bölgeye monte ederek takıma ciddi bir ivme ve hız kazandırmıştı. Ancak 6+0+4 sınırlaması nedeniyle Holmen'in de kadroya dahil olduğunu düşünürsek bu zorlu deplasmanda çok ihtiyaç duyabileceği bir forveti tribüne göndermek gerekirdi. Ancak Ersun Hoca Emenike'yi kulübeye aldı, Holmen'i tribüne. Bu tercih hem rotasyon açısından doğru olduğu gibi Alper'in takımı ateşleyen dikine dribblingleri de maçı kazanmada etkili oldu. Maçın ilk yarısı için söyleyebilecek çok fazla birşey yok. Etkisiz birkaç şutun ve Meireles'in heyecan yaratan şutlarının haricinde hemen hemen pozisyonsuz ve ortada geçen bir maçtı. İkinci yarıda Meireles'in zorunlu değişikliği'nin ardından Salih'in oyuna girmesi Fenerbahçe'yi ofansif anlamda ileri taşıdı. Tabi sadece Salih'ten bahsedemeyiz. Her iki bek Caner ve Gökhan, hatta Mehmet Topal'ın dahi pozisyonların içinde olması Fenerhabçe açısında iyi oyundan ziyade çaba, azim ve arzuyu gözler önüne seriyor. İlk yarıda orta sahada çok fazla pas yapamayan Fenerbahçe uzun toplarla etkili olmaya çalışırken ikinci yarı oyunu Gençlerbirliği'nin yarı sahasına yıktı. Bunda az önce bahsettiğim defansif oyuncuların önemi olduğu gibi Alper'in dribblingleri de önemli rol oynadı. Çünkü sürekli orta sahanın göbeğinden, sağından, solundan, defans derinliğinin içine doğru kopup gelen bir futbolcu tehlike yaratır ve takımı geri sürükler. Zaten en kötü ihtimalde alınan fauller dahi oyunu rakip takımın yarı sahasına yıkmak için büyük değer sahip. Zaten bu baskının sonucunda da Kuyt'ın golü geldi. Yalnız belirtmek lazım golden önce kesinlikle faul yok. Egemen, aşağıda gördüğünüz gibi vücudunu Uğur'un önüne sert bir şekilde koyarak topa sahip oluyor. İlhan Cavcav "Hakem arkadaşım beni aradı ve faul olduğunu söyledi" dese de nafile. Pozisyon faul değil. Tabi Uğur sol bek


oyuncusu. Onun yerinde Tosic ya da Kulusic olsaydı aynı hamlede hangisi ayakta kalırdı bilemeyiz. Tabi unutmadan da belirtmek gerekir bir parantez açıyorum hakem Serkan Çınar Egemen'in bir diğer pozisyonunda çok bariz bir penaltıyı es geçti. Her ne kadar çarpma olarak görünse de bir defans oyuncusunun eli o kadar açık olamaz. Bununla beraber avantaj sağladığını da unutmayalım. Çarpma diyerek geçiştiremeyceğimiz bir pozisyon. Serkan Çınar sanırım bu karar üzerine birkaç hafta dinlendirilecek. Kuyt golü attıktan sonra gol için yüklenen Gençlerbirliği'nin arkasında Fenerbahçe daha çok boş olan buldu. Alper, Topal ve Salih hepsi orta alanda daha rahat oynadılar ve pozisyonların içinde çok fazla yer aldılar. Bununla beraber defansif anlamda da dün akşam Fenerbahçe sahaya çok iyi yerleşti ve zaten pozisyon üretmekte zorlanan Gençler'e daha az pozisyon verdi. Burada Caner için bir parantez açmak istiyorum. Caner'i yıllardır izliyorum. Piyasaya daha çok sol bek olarak çıkan Caner git gide sol açık mevkisine, daha sonra da 4-2-3-1'in sol açığına adapte oldu. Hala sol bek olarak ilk 11'lerde (Milli takım ve Fenerbahçe) başlasa da Caner'in bu anlamda istekli olduğunu düşünmüyorum. Caner bir sol bek olarak defans yönü kuvvetsiz bir oyuncu. Hatta pozisyonları dikkatle dinlerseniz defansta adam kovalarken de çok gönülsüz. Jimmy Durmaz'ın bir pozisyonunda Jimmy yanından rahatça geçip ardından rahatça şut çekiyor. Bknz

 

Pozisyonun bittiği yerde Jimmy'nin önünde Egemen ve Topal var ama Jimmy'nin rahatça şut çekebilmesinin sebebi Caner. Caner Jimmy'yi takip ederken birden takibi bıraktığı için Egemen ve Topal müdahalede gecikiyor. Caner'in defansif anlamda "mücadele eden" görüntüsü bana biraz göstermelik geliyor. 

     Biraz da Emenike'den bahsedecek olursak 82. dakikada oyuna giren Emenike son 10 dakikada yine kendisine has özelliklerini ortaya koydu. İki tane pozisyona giren Emenike ikisini de harcadı. Birinde topu bomboş pozisyonda olan Salih ve Alper'e atmayıp kendi vurmayı seçti. Çok kötü bir vuruşla topu dışarı yolladı. İkincisinde de inanılmaz bir dribbling ile sağ kanattan ceza sahasına soktuğu topu kalecinin üzerinden sağ içle dışarı yolladı. Şimdi baktığımız zaman evet Sow da çok pozisyon kaçırdı. Ama Sow'un yaşadığı problemler ve kadro dışı kalma durumları düşünüldüğünde yine de 3 golü var. Bana göre zaten Emenike Fenerbahçe'nin ilk 11 oyuncusu değil. Öne geçtikten sonra skoru açmak için kullanılacak geniş alan oyuncusu. Ayrıca Kuyt ya da Burak Yılmaz gibi golü koklayan değil, pozisyonu kendisi yaratan bir oyuncu. Dikkat ederseniz Emenike'yi kendisinin yaratmadığı pozisyonlarda çoğunlukla hep pozisyonun dışında görüyoruz. Genelde Webo ve Kuyt bu konuda daha etkin ve etkililer. Bunda Emenike'nin belki sağ açıkta oynatılmasının da etkisi olabilir ama ben yine de Emenike'nin çok iyi bir golcü olduğunu düşünmüyorum. Burak Yılmaz ya da Kuyt kadar gol sezgileri iyi olmadığı gibi son vuruşları da çok iyi değil. Karabükspor'daki Emenike ile şimdiki Emenike bana kalırsa birbirinden çok farklı. Karabükspor'da çok cesur vuruşları vardı. Kalecinin kapattığı köşelerden, kaleciyle karşı karşıya kaldığında sert ve tavana vuruşları vardı Emenike'^nin. Ama sanırım Fenerbahçe gibi büyük bir takımda oynamanın verdiği baskı onu bu cesaretten alıkoydu. Emenike eğer eski cesaretini toplayamazsa daha çok saç baş yoldurtur gibi geliyor. 

     Fenerbahçe Ankara'dan lider olarak döndü. Bilic'in yokluğunda evinde çıkış arayan Antalya karşısında olası bir puan kaybında Fenerbahçe liderliğini sürdürecek. Zorlu maçlar öncesinde bu galibiyet serisi ligin ikinci yarısında çok daha değerli hale gelecek.




29 Eylül 2013 Pazar

Bir Gol Kralının Çöküşü

     Trabzonspor'a geldiği ilk yıl 19 yol, ardından da 32 gole imzasını atan Burak Yılmaz Galatasaray'a geldiği ilk yılda ligde 24 gol atarak şampiyonlukta çok önemli rol oynadı. Ancak bitmek bilmeyen transfer dedikoduları ve geçtiğimiz yılın ortasında Drogba'nın da takıma katılmasıyla Burak'ın kafası iyice karıştı. Sneijder'in sistemdeki yerini almasıyla ileride Drogba'nın tek forvet oynamak istemesi Umut'un performansı Fatih Terim'le arasının bozul olduğuna yönelik haberler derken Burak iyice küskünleri oynamaya başladı. Dolayısıyla bu yıla iyi başlayamadı. Aslına bakılırsa sene başında adı bu kadar spekülasyonlarla anılan bir futbolcunun yıla iyi başlayamaması çok normal. Ama anormal olan başka bir konu var! Burak aslında geçtiğimiz yıllardan farklı değil. Hala çapraz koşular yapıyor, pas istiyor alıyor, defans arkasına koşular yapıyor... Burak'ın aslında performansında değişen herhangi birşey yok! Ama Burak artık gol atamıyor. Ben Galatasaray'ın Burak'a iyi geldiğini düşünmüyorum. Evet geçtiğimiz yıl 24 gol attı ligde. Ama Süper Lig'i domine eden bu takımda belki 48 gol atabilirdi. 24 gol atarken bir yandan da saç baş yoldurttu. Bu yıla geldiğimizde de zaten vaziyet ortada. Şenol Güneş'in Burak için söylediği çok önemli bir söz var. "Burak gol attıkça eksiklerini görmezden geliyor." Bu çok ciddi bir tehlike ve Şenol Güneş'in bunu iki yıl önce söylediği düşünülürse aslında sorun daha rahat anlaşılır. Burak haklı olarak kendini bir yıldız olarak görmeye başladı yalnız Burak'ın en iyi özelliği hala son vuruşları diyemiyoruz. Golü koklayan bir oyuncu ve cesur, ancak hala son vuruşları yeterli kaliteye sahip değil. Dünkü oyuna baktığımızda tam 5 tane %100 diyebileceğimiz pozisyona girmiş. Ve bunlardan sadece bir tanesi kaleyi buldu ve o da çizgiden çevrildi. Gittikçe de cearetini ve kendine olan güvenini kaybediyor. Bir Guiza olayına dönüşmeden bir an evvel gol atmaya ihtiyacı var. Tabi yeni gelecek teknil direktörün de tercihi bundan sonra Burak'ın futbol hayatında önemli rol oynayacak. Çünkü 28 yaşından sonra bir futbolcunun Avrupa'ya transferi kolay değil. Ki bununla birlikte Burak'ın performansının tavan yaptığı dönemde dahi adece Lazio'nun talip olması da düşündürücü. Eğer bir an önce toparlanmazsa bugünün Tuncay'ı olması işten bile değil...



     Gelelim maça... Melo'nun geçtiğimiz hafta oyundan atılması nedeniyle orta sahanın göbeğinde kimin oynayacağı sorusu çok önemliydi. Çünkü Fenerbahçe'nin orta sahanın ortasında oynayacak toplan 7 oyuncusu varken Galatasaray'ın bu alanda oynama kabiliyeti olan 4-5 tane futbolcunun olması çok vahim. Melo'nun yokluğunda sistemin devam edebilmesi için onun tipinde en az bir oyuncuya ihtiyacınız var. Selçuk ve Melo'nun dışında bunlar Ceyhun Gülselam, Yekta ve Hamit. Hamit'ten başka diğer oyuncular ise kadroya girebilecek kalitede değil. Yalnız Hamit de sakat olduğu için o alanda ya Yekta ya da Ceyhun oynayabilir. Bu oyuncuların da tabi maç eksikleri var. Dolayısıyla Hasan Şaş ve Ümit Davala ikilisi Selçuk'un yanında aslında kenar oyuncusu olan Engin Baytar'ı tercih ettiler. Engin son haftalarda Fatih Terim tarafından da zaman zaman orta sahanın ortasında oynatıldığı için bu seçim çok eleştirilmeyebilir. Ama esasen yanlış. Oyun dizilişi aslında yukarıda gösterildiği gibi olmasa da belki de antrenörler bu şekilde istemişti. Yoksa daha 34. dakikadaki Sneijder - Amrabat değişikliğini açıklamanın bir yolu yok. Her ne kadar antrenörler Sneijder'i sol açıkta oynatmak isteseler de bu tutmadı. Sneijder sürekli ikili forvetin arkasında alıştığı yerde oynamaya  çalıştı. Dolayısıyla henüz 34. dakikada oyundan alındı. Bence doğru bir değişiklikti.


     İlk yarı tam bir Galatasaray akını vardı. Aslında Galataaray'ın o ısıran oyununu göremesek de Rize zaten oyunu kendi yarı sahasında kabul etmişti. Kontra ataklarla ya da özellikle defans arkasına erken toplarla pozisyon yakalamak istediler ama bunda hiç başarılı olamadılar. Cernat aslında Melo'nun yokluğunda çok etkili olabileceği maçta sahada silik bir görüntü çizdi. İkinci yarı çok farklı başladı. Rıza Hoca'nın Cernat-Cenk değişikliği de yerindeydi. Rize ikinci yarıya daha iyi başladı. Oyuncuların birbirine yakın oynayışı ve yardımlaşma bunda etkili oldu. İlk yarıda Rıza hoca belki Melo'nun yokluğunda defans arasına ya da arkasına toplarla özellikle Cernat'ı kullanarak gol aramak istedi ama bunda başarılı olamayınca kanat ataklarına yöneldi ve Rize'nin atakları sıklaştı. Galatasaray'ı her önde yakaladıklarında hızla kanatlardan yüklenerek pozisyon buldular. Özellikle de skor 1-1 olduktan sonra gol bulmak isteyen Galatasaray sürekli önde yakalandı. Hatta sadece kanatlar değil, defans arasına atılan toplar da zaman zaman başarılı oldu.  Danny zaten hala hatalarına devam ederken antrenörlerin bunu ne zaman göreceğini de merak ediyorum. Sürekli adamını kaçırdı, ikili mücadelede Kweuke'nin önüne geçmesine izin verdi. Rize'li futbolcular eğer biraz daha cesur olup son dakikalarda oyunu yavaşlatmak yerine son pasları vermeyi tercih etselerdi maçın sonu daha farklı olabilirdi. Ama ben Mancini'nin en kısa sürede tercihini Semih ve Chedjou ikilisinden yana kullanacağını düşünüyorum. Tribünler çalkalanıyor. Terim'in yokluğunda benim beklediğim ilk puan kaybı geldi. Hafta ortasında da Juventus'un evinde Galatasaray'ı mağlup edeceğini düşünüyorum. Dönüşünde Selçuk ve Melo'nun yokluğunda eğer Hamit de orta sahada olmazsa kolay gibi görünen Akhisar deplasmanı Galatasaray'ın şampiyonluk yarışı için ve hatta yönetim için de ciddi bir tehlikeye dönüşebilir....

24 Eylül 2013 Salı

Hoşgeldin İmparator!

     "Umuda Yolculuğa Devam" yazımda Romanya maçından sonra artık Fatih Terim'in Galatasaray serüveninin şimdilik bittiğini söylemiştim. Çünkü herşey çok aşikârdı. Başbakan Milli Takım'ın başına Terim'i istedi, Terim görevden kaçamadı, Terim'i takımdan uzaklaştırmak isteyen Ünal Aysal'a da gün doğmuştu. Önce "eleman" krizi, ardından "Sneijder'i ben istemedim. Hatta almayın dedim", "Sol bek istiyorum almıyorlar" açıklamaları, 1-1 biten Antalyaspor maçının sonrasında "Git derlerse gitmem direnirim, birilerinin içi rahat edecek diye sözleşme imzalamam" demeçleri, 6-1'lik yenilginin ardından çıkan telefon krizi derken kaçınılmaz sona gelindi. En başından beri Ünal Aysal'ın Fatih Terim'i takımın başında istemediği açıktı. Fatih Terim'in yeri git gide sağlamlaşıyor ve kulübün adının önüne geçiyordu. Daha doğrusu Yönetim Kurulu'nun. Bununla birlikte Ünal Ayal her surette kurumsallaşmaktan ve profesyonellikten bahsediyordu. Florya'ya tamamen hakim olan bir teknik direktörü de istemiyordu. Unutulmamalı ki Fatih Terim, Adnan Sezgin'in Florya'ya girmesini dahi engellemişti. Bu kadar güçlüydü. Ünal Aysal buna karşılık önce "eleman" sözüyle çıktı ortaya. Fatih Terim sineye çekti ve "evet elemanım" dedi. Sürtüşmeler hep devam etti ama hep de saklandı. Ta ki Abdullah Avcı istifa edene kadar. Söylenene göre Demirören'in ilk tercihi Mustafa Denizli iken ve hatta görüşmeler tamamlanmışken Başbakan araya girdi ve bu ismin Fatih Terim olması gerektiğini söyledi. Hemen Fatih Terim'le görüşüldü ve Fatih Terim emir büyük yerden olduğu için mi yoksa böyle bir durumda Milli Takım'a sahip olmak için mi bilinmez ama görevi kabul etti. Bu Galatasaray yönetimini hepten çileden çıkardı. Bu kadar yoğun bir tempoda bir de araya milli maçlar girmişti. Yönetim hayır dese kamuoyunda çok tepki alacaktı. Evet demek de emrivakiydi. 

     Dediğim gibi Ünal Aysal Fatih Terim'i istemediği için bu süreci çok iyi kullandı. Önce şartlı olarak izin verdiler. 4 maç için izin verildiği duyuruldu. Ancak bu 4 maçın sonunda Milli Takım dünya kupasına giderse ne olacaktı? Elbette ki başında Fatih Terim olacaktı. Ancak Fatih Terim'den kararını Ekim ayına kadar vermesini istediler. Yani böylece Fatih Terim, Milli Takım'ın kaderi henüz belli olmadan Galatasaray için karar vermek zorunda bırakıldı. Bence önüne koyulan 2 yıllık sözleşme de Fatih Terim'i zor durumda bırakmak için yapılan bir taktik. Bu sözleşmeye göre 4. maçtan sonra Milliler dünya kupasına gitseler bile başında Fatih Hoca olmayacaktı. Herkes kılıçlarını kuşanmış beklerken Fatih Terim'in 3 hafta üst üste kazanamaması ve üstüne de 6-1'lik sonuç sonun başlangıcı oldu. Maçtan sonra Ünal Aysal Fatih Terim'e ulaşmak istedi ancak Fatih Hoca telefonlara cevap vermedi. Bunun nedeni de Ünal Aysal'ın tüm açıklamaları medyaya yapıyor olup kendisi ile birebir paylaşmamasıydı. O da "Başkan beni arıyorsa medyadan buldun" deyiverdi. Artık bu da bardağı taşıran son damla oldu. Bu yüzden resmi olmayan ilk açıklamada Fatih Terim'in işine son verilme sebebi olarak "Başkanlık makamına saygısızlık ve bunu devam ettirme" olarak duyuruldu. Ancak daha sonra resmi olarak "yönetim planlarına uymadığı için" denildi. 


     Ünal Aysal, hayatının büyük kısmını yurt dışında geçirmiş birçok şirketin CEO'luğunu yapan çok önemli bir iş adamı. Bütün riskleri göze alarak Fatih Terim'i koltuğundan etti. Fatih Terim'le küllerinden doğup iki yıl üst üste şampiyon olan, Şampiyonlar Ligi'nde bir de çeyrek final oynayan takımın baş aktörü, taraftarların İmparator'u artık yok. Eminim ki o koltuğa oturacak kişi şu an belli. Ancak açıklamak için bir ya da iki gün bekleyebilirler. Ama herşeyden önemlisi ligin flaş takımı Rize ve Juve maçları. Eğer Galatasaray bu iki maçı da kazanırsa Ünal Aysal aldığı riskin meyvelerini toplar ve dünyaca ünlü olacağına inandığım yeni teknik direktörü ile sezona devam eder. Hatta daha da iyi olabilir. Ama eğer bu iki maçta da kayıp yaşanırsa, bu kayıplar Ünal Aysal'ı olağanüstü kongreye ve hatta tamamen istifaya kadar götürebilir. 

     Sonuç olarak bazı çevreler tarafından sevilse ya da sevilmese de Fatih Terim bu ülkenin gelmiş geçmiş en iyi teknik direktörü. Yönetim Kurulu tarafından oy birliği ile alınan bu kararı antrenmandayken öğrenmemesi gerekirdi. 96-2000 döneminden sonra belki de çıtayı yükselterek daha da ileri gidebileceği dönemde "Kovulmadan gitmem, ben imzamı 1974'te atmışım." dediği Galatasaray'dan koparıldı. Şimdi Fatih Terim için söylenecek tek şey var. Hoşgeldin İmparator! Ay-Yıldızlı koltuğun hazır...

Derbiden Geriye Kalan: Bir Avuç Yalan!

     Şimdi size biraz bilmediklerinizi anlatacağım. Gözden kaçıyor yine. Herneyse Beşiktaş-Galatasaray derbisinin 90+3. dakikasından itibaren ilk yaşadığımız şaşkınlık, sonra öfke ve en son da şüphe olmuştu. İlk önce böyle birşeyin yaşanabileceği aklımıza dahi hiç gelmediğinden çok şaşırdık. Ardından bu unutulmaz(!) geceyi Türk futboluna armağan ettiği için Beşiktaş taraftarına öfkelendik. Sonra başka birşey oldu. Ortaya 143 Kartallar diye birileri çıktı. Ben dahil kimse neredeyse hiç bilmiyor bu adamların kim olduğunu. Sonra senaryolar geldi. Komplo! Beşiktaş'ın artık dünyaya ün salmış Çarşı grubunun Gezi olaylarına verdiği destekten dolayı hükûmete yakın taraftar grubu 1453'ün bunu tertip ettiği ve Çarşı'nın üzerine attığı konuşuldu. Çarşı açıklama yaptı. Biz sahaya girmedik dedi. Olayların 1453 tarafından "organize" şekilde gerçekleştirildiğini söylediler. Tabi 1453 de bunu yalanladı. Sosyal medya ayağa kalktı. "Çarşı'yı yedirtmeyiz" hashtagleri açıldı. 

     Olay, "vatandaş" ayağında 1453 mü, Çarşı mı, komplo mu şeklinde devam ederken Futbol ailesi ve devlet konuya el attı. Yalnız konuşulanlar biraz farklıydı. Emniyet raporunda olayların "münferit" olduğu belirtildi. Emniyet Müdürü Çapkın, "Biletsiz içeri giren seyirci yok!" dedi. Spor Bakanı Kılıç, "Olaylar imajımızı zedeliyor, bunu yapanlar için Meclis açıldığında 6222 sayılı meşhur şike yasasında değişiklik yapıp bunlara hapis cezası vereceğiz, statları da artık özel güvenlik değil polis koruyacak" dedi. Cavcav, "Gözaltına alınanlar nasıl serbest bırakılır atsınlar hapse" dedi. Beşiktaş Başkanı Orman " Beşiktaş yıkılmaz, bunu yapanları devlet bulup cezalandıracak şüphemiz yok" dedi. Dedim ki ne çok konuştunuz! Dönelim de bir gerçeklere bakalım en iyisi!


     Hani Hüseyin Çapkın olaylar münferit, içeri biletsiz giren de yok! demişti ya. Biletsiz içeri girdiği için gözaltına alınan 67 kişinin hesabı başka türlü yapılıyor o zaman! Bir de neydi, hah evet olaylar münferit. Olay gecesi Gençlik ve Spor İl Müdürü Lig Tv'de canlı yayına bağlandı. Resmi bilet satış rakamları ile statt duyurulan seyirci sayısının farklı olduğunu, 4-5 bin civarında biletin ya kulüpten ya da başka şekilde satıldığını ama ortada bir çelişki olduğunu, merdivenlerde dahi hınca hınç insan olduğunu (ki bunu ben de fark etmiştim) holiganların 3 kapıyı tamamen, 10 kapının ise turnikelerini kırdığını, özel güvenliğin buna müdahale edemediğini(!) ve bu şekilde içeriye biletsiz seyircinin girdiğini söyledi. Kulaklarımda bir işitme zaafı yoksa duydum bunları. Yani organize işler bunlar dedi Gençlik ve Spor Müdürü. Yani ne dedi, münferit değil dedi. Çapkın ne dedi? Münferit dedi. Peki gelelim Cavcav örneğiyle tüme vurduğumuz başka bir söyleme. "İçeri alınanlar neden serbest kalıyor. Atın hapse. Sahaya dalanların cezası hapis olmalı!" O an onların karşısında olup "E öyle zaten!" demek isterdim. Şimdi önce şunu belirtmek lazım. Siz bir insanı spor sahasına girdiği için hop hapse atamazsınız. Suçların da kendi aralarında bir ağırlık sıralaması vardır. Düz mantık açıklamak gerekirse daha hafif suçlar daha az ceza ile cezalandırılır. Ama tabi bu, o ülkenin o suça hangi şekilde algıladığı ile de yakından ilgilidir. Mesela İran'da Allah'a küfredin öldürürler sizi. Türkiye'de 1 yıl. Türkiye'de sporda şiddet suçlarının cezası elbette var. Ancak basit ifadeyle 2 yıla kadar olan cezalar 5 sene kasıtlı suç işlememek şartı ile ertelenir. Yani bu kişilere ikinci şans verilir. Ki bu da her hukuk sisteminde görülen bir durumdur. Bunu eleştirmeye gerek yok. Ancak eleştirilmesi gereken konu şudur: Gözaltına sadece 67 kişi alındı. Sebebi? Biletsiz içeri girmek! E peki sahaya girenler? Bunun da cezası 6222 Sayılı Yasa'da 1 yıla kadar hapis! ayrıca seyirden yasaklanma tedbiri de var! Hatta bu düzenleme tam da bu holiganlar için. Gözaltına alınan var mı peki bu eylemden dolayı? Hayır yok! Yani kimse kusura bakmasın ama ne Futbol ailesinin, ne bakanın ne de hatta Fikret Orman'ın derdi holiganizmle falan uğraşmak değil. Yasa var,polis var, kamera var, devlet var ama ne yok! Uygulama yok... Yani anlayacağınız bir kez daha gündem hoop değişti. Kimse şu soruyu sormadı! Bir organizasyonun olduğu belli ama NEDEN? Neden birileri özellikle bu maçı karıştırmak istedi. İnsanlar Çarşı ile 1453'ü karşı karşıya getirmişler. Peki bunlar bu kadar mı aptallar da içi boş tartışmalarla vakit geçiriyorlar! 

      Bir derbi bitti, geriye aslını bilmediğimiz olaylar kaldı. Birileri aldı mesajı, biz ise elimizdeki yalanlarla lego oynuyoruz...

23 Eylül 2013 Pazartesi

Beşiktaş'a Büyük İhanet!

     Aslında bugün futbol adına konuşmak anlamsız. Futbol adına mükemmel bir gece. Beşiktaş'ın uzun zaman sonra dirilişi gibiydi sanki. Yıldırım Demirören'den sonra küllerinden doğmuş, sansasyonel transferler yerine ucuz ama faydalı transferler ve Beşiktaş'ın ruhunu bire bir yansıtan çok karizmatik, genç ve dinamik bir teknik direktör... Bu yıl sanki Beşiktaş'ın yılıydı. Ama herşey bir anda tuzla buz oldu. Beşiktaş rüyadan erken uyandı. Bu yılın flaş ekibi şimdi saha kapatma cezasıyla ve hükmen mağlubiyetle karşı karşıya. En az 5 maç bekliyorum ben. Bu da demek oluyor ki Beşiktaş Şubat 2014'e kadar taraftarıyla buluşamayacak. Bunun Beşiktaş'tan neler götürebileceği malum. Bu süreçte Beşiktaş'ın Fenerbahçe ve Trabzon derbilerini deplasmanda oynuyor olması en büyük şansı. Eğer ilk yarıyı en az kayıpla kapatırsa, ikinci yarı yeni bir başlangıçla yarışa ortak olabilir.

     Gelelim maça. Beşiktaş Oğuzhan'ın yokluğunda en ideal kadrosuyla çıktı sahaya. Sezon başından beri hemen hemen izlemeye alıştığımız 4-2-3-1 sistemindeki kadro. Almeida'nın arkasından Gökhan, Fernandes ve Olcay üçlüsü, arkasında Hutchinson ve Veli ve defans dörtlüsü. Galatasaray ise artık alışmak zorunda olduğumuza inandığım 4-3-1-2 sisteminde çıktı sahaya. Galatasaray'ın bu kadro ile sağlıklı futbol oynayabileceğini düşünmüyorum. Türkiye'de özellikle Anadolu takımlarına karşı baskı yaratmak için belki anlamlı bir sistem olabilir. İleri uçtaki çift santforunuz önde baskı yapıp rakibin oyun kurmasını engelleyebilir. Ancak Avrupa sahnesinde ya da bir derbide kadrosunda baskı altında ve dar alanda pas yapabilecek yetenekli oyuncular olduğunda bu baskıyı kuramayabilirsiniz. Hücum anlamında aslında agresif bir oyun stili sayılabilir. Sol kanatta Engin ya da Bruma'yı, sağ kanat ataklarında da Selçuk'u kullanıyor Galatasaray. Ancak sonuç olarak kanatlarda bir oyuncusu eksik olduğu için takım savunmasında bir zaaf yaratıyor bu durum. Bana kalırsa Galatasaray'ın kadrosu 4-2-3-1 için çok uygun. Fatih Terim Drogba'yı tek forvet arkasında Sneijder, Engin ve Bruma üçlüsünü kullanabilir.


     Beşiktaş hem seyirci desteğiyle hem de bugüne kadar kazandığı özgüvenle maça Galatasaray'dan daha hızlı başladı. Hutchinson ve Kavlak fizik özellikleriyle ön plana çıkarken Olcay, Fernandes ve Gökhan da baskı ile orta sahayı daraltarak Galatasaray'ın pas yapmasını engelledi. Zaten sonuç olarak da ilk yarıda baktığımız zaman Beiktaş, Galatasaray'dan daha fazla net pozisyona girdi. Daha maçın çok başında yine baskı ile kazanılan topta Fernandes Muslera ile karşı karşıya kaldığında golü atabilse maçın gidişatı daha farklı olabilirdi. 18. dakikada kendi ceza sahasında topu alan Beşiktaş hızla atağa çıktı. Sağ kanatta 6 pasın sonucunda Almeida'nın golü geldi. Veli'in Hutchinson'a pasında Gökhan Töre sağ kanatta topu aldı, bir vücut hareketi ile Melo'yu oyundan düşürdü ve topu Serdar'a teslim etti. tam 94 metre koşunun ardından yapılan ortada Beşiktaş gol buldu. İşte bahsettiğim takım savunması zaafı da burada. Serdar tam 94 metre koşu yapıyor, ama Galatasaray'ın sol kanadında Gökhan ve Serdar'ı takip eden kimse yok. 


1 ile işaretlediğim futbolcu Melo. Olması gerektiği yerde diyebiliriz. Aslında 2 ile işaretlenen Hakan Balta'nın yerinde. Gökhan burada Melo'dan sıyrılıp topu Serdar'a veriyor. Semih ve Danny de olmaları gerektikleri yerdeler. Burada en büyük hata Hakan Balta'da. Tabi bir de görünmeyen var o da Engin! Engin'in de o an bu pozisyonun içinde olması lazım ama o da pozisyonun içinde değil.


Yukarıdaki resimde de top artık Serdar'da ve orta açıyor. Semih olması gereken yerde ama Hakan Balta öyle ağır ki Semih'in yerini doldurup Olcay'ın önünü kapatamıyor. Dolayısıyla Danny kademeye giriyor. Sabri de Danny'nin kademesini alınca Almedia ile Sabri baş başa... Sanırım daha fazla söze gerek yok. Aslında bu gol, Galatasaray'ın tek kanat oyuncusuyla oynamasının bir sonucu.

     İkinci yarıda Bruma'nın oyuna girmesi ile Galatasaray'ın kanat hareketi biraz daha arttı. Bunda ayrıca Beşiktaş orta sahasının oyundan düşmesi de etkili oldu. Bunun üzerine Beşiktaş ceza alanında dönen toplar da sürekli galatasaraylı oyuncularda kalmaya başlayınca Galatasaray'ın baskısı arttı. Aslına bakılırsa Beşiktaş ilk yarıda orta sahada baskı ve alan daraltma ile Galatasaray'a neredeyse top oynatmamıştı. Galatasaray'ın tek çaresi defans arasına ya da havadan arkaya atılan toplarla gol aramaktı. İlk yarıda ve ikinci yarıda Burak Yılmaz çok iyi iki pozisyon yakaladı bu şekilde ama değerlendiremedi. Ama dakika 60 olduğunda bu defa bir kanat atağında Serdar'ın inanılmaz hatası Beşiktaş'ı belki de galibiyetten etti. Peki sadece Serdar'ın hatası mı?


En uçta yerdeki oyuncu topu Bruma'ya kaptıran Serdar. Hakemin yanındaki siyahi oyuncu da Hutchinson. Bu ikili zaten olmaları gerektiği yerde. Sivok, Escude ve Ramon da öyle. Peki neden yendi bu gol? 1 ile işaretlediğim oyuncu Veli, 2 ise Gökhan Töre. Gökhan sağ ön orta saha oyuncusu. Peki nerede? Ceza sahası yayında! Yani en olmaması gereken yerde. Bir kanat atağının engellenmesi o kanat mevkisinin hem defans hem orta saha oyuncusu ve detsek olarak da yakın oynayan orta saha merkez oyuncusu ile olur. Hutchinson orada, Serdar orada, Gökhan nerede? Peki Veli Kavlak? O ne işe yarıyor acaba? Defansın ayakta kalan üçlüsü çok iyi kademedeler. İşte Drogba'yı boş bırakmayacak adam da Veli. Yani 1 numara ile işaretlenen oyuncu. Yani bu hata sadece Serdar'ın hatası değil. Gökhan Töre ve Veli'nin de ciddi hataları mevcut.


     Oyunun devamında Galatasaray sahada domine eden takım gibi görünse de Beşiktaş da tamamen içe gömülmedi. Veli'nin büyük hatasında, hakem Fırat Aydınus'un da Burak'ın elini görmemesi nedeniyle Drogba skoru 2-1'e taşıdıktan sonra da Beşiktaş gol için gayet çırpındı, genç yetenek Muhammet'in topu direkte patladı.  Sonuç olarak Melo'nun hareketinden sonra da saha karıştı. Beşiktaş 3 puandan daha fazlasını kaybetti.




21 Eylül 2013 Cumartesi

Sow Must Go On*

* Sow Devam Etmeli

     Beklenen oldu ve Sow bu hafta ilk 11'de başladı oyuna. Geçtiğimiz hafta söylediğim gibi Sow gerçekten bir yıldız ve o da bunu biliyor. Eğer bu durumun daha fazla devam etmesi halinde Fenerbahçe'nin Sow'u kaybedeceği aşikârdı. Tabi en büyük kriz Sow krizi gibi görünürken bir de Christian krizi var. Fenerbahçe'nin 3'lü orta sahası için zaten Salih, Selçuk, Emre, Mehmet Topal, Meireles ve hatta Mehmet Topuz gibi isimler varken bir de üstüne bu yıl Alper Potuk ve Holmen'in de eklenmesi Fenerbahçe'de ciddi bir orta saha forma savaşı başlattı. Daha iki yıl öncesine kadar Emre olmadığında çok zor pas yapabilen ve üretkenlik açısından kısır olan Fenerbahçe orta sahası artık Emre'yi bile aramıyor. Orta sahadaki bu rekabetin yanı sıra sezonun başından beri Salzburg ve Arsenal maçları ile Konya ve Galatasaray maçlarında pozisyon üretemeyen ve oldukça yavaş tempoda ilerleyen orta sahaya daha sonra Ersun Yanal Holmen takviyesi yapmış ve bu da çok tutmuştu. Ardından Ersun yanal Kasımpaşa maçında tekrar Holmen'i oynatarak Christian'ı tribüne göndermişti. Aslında sezon başında Salzburg maçlarında ve Galatasaray maçında şans bulan Christian isteneni veremediği için tribüne yollanmasına rağmen Christian da "ortalama" bir orta sahanın üzerinde bir futbolcu. Bu yüzden onun da oynamadığı zaman rahatsız olması ve transfer dedikodularının çıkması çok normal. Geçtiğimiz hafta Elazığ maçının rahat geçeceğini düşündüğümü yazmıştım. Ersun Yanal da böyle düşünmüş olmalı ki bu iki oyuncuyu kaybetmemek için bu akşam onlara 11 kişilik kadroda yer verdi. 


     Fenerbahçe oyuna 4-2-3-1 klasik düzenle başladı. Sow solda başlamasına rağmen Kuyt'la zaman zaman kanat değiştiler. Christian da Alex'ten sonra üstlendiği forvet arkası rolündeydi. Meireles ise sürekli ataklara katılarak sağ ve sol kanat varyasyonlarında takıma yardımcı oldu. Fenerbahçe maça çok istekli başladı. İlk yarım saat ise temposunu sürdürdü. Ersun Yanal sezon başından beri özellikle şu iki şeyin başında durdu: Koşmak ve paslarla hücuma çabuk çıkmak. Bu mentalitenin özellikle Sow krizinden sonra futbolcular tarafından anlaşıldığını düşünüyorum. Bu maça baktığınızda tam 5 oyuncu 11 bin metre sınırının üzerinde. Sow, Kuyt, Caner, Gökhan ve Mehmet Topal. Bu listeye ilerleyen zamanlarda Webo ya da Emenike'yi ve bir orta saha oyuncusunu daha eklerseniz ortaya çok daha fazla istekli bir takım çıkacaktır. İlk yarım saatte hatta ilk yarının tamamında Fenerbahçeli oyuncular Elazığ'ın oyun kurmasına izin vermeden sürekli önde baskı uyguladılar. Bu şekilde top henüz Elazığlı defans oyuncularının ayağındayken oyun kurmalarına izin vermediler. Bunun haricinde 2. bölgede orta sahada ya da 3. bölgede yapılan baskı bu yıl Fenerbahçe'de birşeylerin değişmeye başladığını gösteriyor bence. Çünkü mevki oyuncuları tarafından yapılan gölge baskı ya da markaj, yerini üç kişi ile yapılan agresif baskıya çevirmiş. Bunu ilk yarının tamamında görebiliriz. Fenerbahçe'nin ilk yarıda kurduğu baskının da asıl sebebi zaten bu. Ve yine bu sayede ilk yarıda Fenerbahçe  rakip kaleye 8 şut attı. 

     İlk gol Elazığ açısından biraz talihsiz denebilirse de ikinci golün tutulur yanı yok. Elazığ gibi asıl amacı kümede kalmak olan, oyuncu kalitesi süper lige göre de ilk 8'de olmayan Elazığspor'un defansının bu kadar ileride olmasının açıklanabilir bir yanı yok. Elazığpor'un teknik direktörü Trond Sollied çok deneyimli, Club Brugge, Rosenborg ve Olympiakos'u çalıştırmış ve kupalar kazanmış bir teknik direktör. Çalıştırdığı takımlara bakılırsa şu an elindeki kadronun onlardan farklı olduğu ortaya çıkar. Sadece kadro da değil, kulüp vizyonu açısından da öyle. Sonuçta genellikle şampiyonluğa oynamış, golü düşünen takımlarla çalıştı bugüne kadar. Dolayısıyla alanı daraltıp Fenerbahçe'ye pas yaptırmayarak kazanılan toplarla her iki kanattaki hızlı oyuncuları Serdar Özkan ve Serdar Gürler'le kontra atağa çıkma düşüncesi vardı belki de. Ancak bu düşünce Fenerbahçe'nin maç boyunca 6 defa ofsayta düşmesini sağlarken Elazığ'a ikinci golü yedirterek takımın da daha 20. dakikada oyundan düşmesine neden oldu.

2. golde topun atıldığı an


     İkinci yarıda Elazığspor oyuna dahil olma düşüncesiyle daha fazla yüklenmeye çalışsa da özellikle sol kanattan gelen ortada bom boş durumda olan Deniz'in topa vuramaması ve bir korner atışında Caner'in kale çizgisinden çıkardığı top dışında Elazığ'ın gole çok yaklaştığını söylemek mümkün olmaz. 

     İlk yarının 20. dakikasında artık maç hemen hemen bitmiş olsa da Fenerbahçe temposunu ilk yarı sonuna kadar korumuştu. Ancak ikinci yarı düdüğüyle beraber Elazığ'ın daha fazla hareketli oyunu karşısında sanki Fenerbahçe oyunu biraz rölantiye aldı. İkinci yarının ilk 25 dakikası bu anlamda sıkıcı geçti diyebilirim. Bu anlamda zaten Türk futbolu ve futbolcusunda bir sıkıntı var. Ne zaman ki maç 2-0'a gelir, o dakikadan sonra skor koruma oyununa geçilir ve zaman doldurulur. Ancak hem bu futbol zevki açısından göze hitap etmiyor hem de artık Avrupa'da böyle bir futbol anlayışı kalmadı. Oyun rölantide giderken Ersun Yanal'ın yaptığı ve benim de doğru bulduğum Alper Potuk-Christian değişikliği Fenerbahçe'ye yeni bir kan getirdi. Fenerbahçe 70. dakikadan sonra ilk yarıdaki etkin oyununa geri döndü. Zaten oyuna dahil olmak ve ileri doğru oynamak isteyen Elazığpor geride daha çok boş alanlar bıraktı ve Sow birbirinin aynısı iki gol atarak geceye damgasını vuran son noktayı koydu.
3-0
4-0

     Bu maçın benim açımdan 3 açıdan önemi vardı. Birincisi elbette Sow'un dönüşünün muhteşem oluşu. Sow hat-trick yaparak formanın sahibinin kim olduğunu gösterdi. Artık Emenike ve Webo'nun daha fazla çalışmaları gerekecek. Tabi Sow'un bu kadar hırslanmasında Ersun Yanal'ın kesin tavrının da etkisi var. Sow'un ilk golünden sonra Ersun Yanal'a gitmesi çok takdir edilecek bir davranış. Böylece her türlü Sow-Yanal gerginliği manşetlerinin önüne geçilmiş oldu. İkincisi Christian ve özellikle de Salih'in kaybedilmemiş olması. Christian'ı bir kenara bırakırsak Salih Fenerbahçe'nin ve Türkiye futbolunun geleceği. Üçüncüsü ise Fenerbahçe puanını 12'ye taşıdı ve pazar akşamı oynanacak derbiden çıkacak sonucu bekliyor. Beşiktaş'ın galibiyeti dahil her sonuç kendisine yarıyor. Çünkü Galatasaray da her zaman  bir rakiptir. 

17 Eylül 2013 Salı

Bir Madrid Rüyâsı & İstanbul Tatili

     "Bir kere yaptık yine yaparız." , "Boğalar Aslan pençesinde." vesaire... Maça kadar başlıklar bu yöndeydi. Galibiyeti gerçekten herkes beklemiyordu belki ama 6-1'lik sonuç da malumun ilanı değildi. Ama Fatih Terim maçın bazı şifrelerini maçtan sonraki röportajında verdi. Kısaca özetlersek " Hepsi benim hatam, futbolcular bize yine lazım. Bu seviyede bu kadar hata yaparsan hesabını keserler. Ama bazen de yapacak birşey yok. Elimizde olan bu. " , "... bazen futbolcular şahsiyetleri için oynamalılar." dedi Fatih Hoca. Öncelikle Fatih Terim'in belki de fazla kendine güvenli ve saldırgan yapısı nedeniyle yapmış olduğu kadro seçiminden başlarsak çift santrfor ve arkalarında Sneijder'den oluşan ofansif üçlü kesinlikle hatalıydı. Bu şekilde belki de Real Madrid üzerinde ileride press yaparak taraftar desteğiyle baskı kurmak istedi. Ofansif tercihini bu yönde yaparken orta sahada Melo-Selçuk ikilisinin soluna Engin'i yerleştirdi. Yani Galatasaray oyuna sağ orta saha oyuncusu olmadan başladı. Dolayısıyla tüm ataklarını sol kanattan Riera-Engin koridorundan faydalanarak yapmaya çalıştı. Dikkat edilirse tüm ataklar da sol kanattan geldi. Kadro tercihi böyleyken ve Galatasaray tüm hesaplarını bu şablonda sol kanat üzerinden yapmışken Bruma gibi bir oyuncuyu neden tercih etmediğini ben anlayabilmiş değilim. Adam eksiltebilen atik ve içe kat edebilen bir yapıya sahip Bruma eminim ki Engin'den daha faydalı olurdu. 


     İlk dakikadan itibaren baskılı oyun ve taraftar desteği ile Galatasaray Madrid'in sahasından çıkmasına izin vermedi. Önce Melo'nun şutu, ardından Melo'nun serbest vuruşta yan toptan kafa vuruşu, Sneijder'in Burak'a ulaştıramadığı pas, ardından Casillas'ın yerine giren Diego Lopez'in çizgiden çıkardığı kafa vuruşu Galatasaray'ı gole çok yaklaştırsa da olmadı. Ardından Fatih Terim'in dönüm noktası dediği inanılmaz iki kademe hatası  sonrası Madrid golü buldu. Ebue'nin Isco'nun önüne geçerek topu alması gerekirken üzerinden topa vurmaya çalışması ve düşmesi, üstüne bir de Chedjou'nun kademeye girmek yerine Isco'nun önünü açması golü getirdi. Bu dakikadan sonra artık Galatasaray'lı oyuncular Madrid'i yeneceklerine olan inançlarını kaybettiler. 


     Benim için Fatih Terim'in maçı kazanmaktan çok beraberliğe götürme ya da kadro hatası yaptığı düşüncesine kapıldığı an ise Drogba'nın sakatlanarak oyundan çıktığı 45. dakikaydı. Drogba'yı oyundan aldığında yerine Amrabat girdi. Bu demek oluyor ki Fatih Terim saha dizilişini 4-4-1-1 olarak değiştirmişti. Çünkü artık hem baskı yapamadığı gibi orta sahada  kalabalıklaşıp pas yapamıyor ve çıkarken kaptırılan toplar tehlike oluşturuyordu. Maçın başında olması gereken aslında ilk yarının sonunda oluyordu. İkinci yarıda Real Madrid tam bir futbol resitali izletti bizlere. Koordineli ve süratli kontra ataklarla savunmanın dengesini bozdular. İkinci gol yine bir bireysel hata sonucunda Danny ve Melo arasındaki anlaşmazlık nedeniyle meydana geldi. Danny her zamanki hatalarına bu maçta da devam etti. Melo'nun topa çıktığını gördüğü anda Chedjou ile aynı mesafeye doğru geri gelmeliydi ki bunu yapsa top Benzema'ya gelmeyecekti. Bu da bence hezimetin kapılarını açan kırılma anı oldu. O dakikadan sonra sahada hiçbir Galatasaray'lı futbolcu varlık göstermedi. İşte Fatih Hoca'nın "Futbolcular bazen şahsiyetleri için oynarlar" demesi de bu yüzdendi. Her ne kadar güçlü olursa olsun yenilmeyecek takım yoktur. Ya da yenilseniz bile bu kadar ciddi hata yapmaya hakkınız yok. Geri kalan 4 golde de Danny ve Chedjou'nun hatta Ebue'nin hatalarını saymak mümkün.



     Ligde şampiyonluk ve Şampiyonlar Ligi'nde üst tur için bu kadar harcama yapan bir takımın orta sahasında aynı bölge için Selçuk ve Melo'dan başka etkili bir oyuncunun olmaması bence bir handikaptır. Drogba Burak ve Sneijder'li bir hücum hattı için belki üçlü bir orta saha ve sadece sol kanata yıkılmış bir 90 dakika yerine göbekten çapraz koşularla, şutlarla ve araya paslarla hucüm yapılması düşünülemez miydi? Ya da 4-4-2'nin Avrupa sahnesindeki sol kanat oyuncusu Engin midir? Bunlar Fatih Terim'e sorulacak sorular. Ama sanırım bu sorular için "...elimizde olan bu" yanıtını verdi. Ama ne olursa olsun Avrupa'da başarı amaçlayan bir takımın tandemi kesinlikle Danny ve Chedjou ikilisi değil. Bu kadar yatırım yapılan bir takımın defansının göbeğinde bu iki oyuncu oynamamalı. Bu gece bu iki oyuncunun yerinde Fenerbahçeli Alves Yobo ikilisi olsa ben bu kadar farklı bir sonuç çıkacağına inanmıyorum. 

     Fatih Terim'in her zaman ve her yerde çekinmeden oynattığı öne doğru ve atak futbolunun ağır faturası bu akşam kesildi. Aslında bana kalırsa kendi biletini de kestirmiş oldu. Önünde isteksizce bekletilen 2 yıllık mukavele, Milli dava ve iki takım arasında verilecek bir karar varken bu hafta Olimpiyat Stadı'na Beşiktaş'a konuk oluyor. 70.000 bilet satılmış. Puan kayıplı bir hafta olacağından hiç şüphem yok. Ve Fatih Terim'i de zor günlerin beklediğinden...




Potuk Farkıyla

     Fenerbahçe dün akşam aslında ligin devamı açısından her ne kadar 4. haftada da olsak çok önemli bir deplasmandan çok önemli bir 3 puan aldı. Hem beklenmedik bir şekilde favori konumuna gelen Beşiktaş'la puan farkını korudu hem de Galatasaray'ın puan kaybettiği haftada 3 puan alarak geçtiğimiz yıllarda yapamadığını yaptı. Çünkü bu puanların değeri Mayıs ayında daha net anlaşılacak. Öte yandan da Galatasaray'da Fatih Terim krizi devam ederken bu akşamki Real Madrid, ardından haftaya Beşiktaş maçlarında Galatasray'ın puan kaybetmesi bana kalırsa çok muhtemel. Bir anda puan farkı Galatasaray'la 9'a çıkabilir. 


     Fenerbahçe sahaya Sivasspor maçının kadrosuyla çıktı. Sivas karşısında 5 gol atan takımı sanırım birçok teknik adam bozmaz. Ancak buna karşılık tweet olayıyla gündeme gelen Sow, Ocak'ta Corinthias'a gideceği söylenen Baroni ve yeni transfer Kadlec de tekrar tribüne gönderildi. Fenerbahçe ilk 15 dakika Ersun Yanal'ın istediği oyunu gerçekleştirerek ayağa paslarla hızla hücuma çıktı ve pozisyonlar da buldu. Bunda en büyük etken de oyuncuların yardımlaşarak birbirlerin daha yakın oynaması ve orta sahadaki tempo. Ancak Fenerbahçe pozisyon üretmesine rağmen ligin şu ana kadar en çok şut atan takımlarından biri olan Kasımpaşa da özellikle Viudez, Babel ve bazen de Castro ile özellikle kenarlardan içe kat ederek ya da ortalarla pozisyon yakalamaya çalıştı ancak başarılı olamadı. Ancak 19. dakikada yanlış bir faul kararı ile gelen serbest vuruşta defanstan çıkıp gelen Donk bana kalırsa önce Selçuk'un sonra Volkan'ın hatasında golü buldu. Çünkü Donk gibi uzun boylu bir defans oyuncusu serbest vuruşta 6 pas diye tabir edilen bölgede olmasa da kesinlikle yalnız bırakılamaz. Bknz.



Dikkat edilirse de en yakınında Selçuk Şahin var. Selçuk'un Donk'a vuruş pozisyonu aldırmaması gerekirdi. Topa vurulurken Donk'u kontrol ediyor ancak daha sonra pozisyona dalıyor ve uzaklaşıyor. Ardından Donk çok rahat bir vuruşla golü atıyor.Bu dakikadan sonra Fenerbahçe konsantrasyonunu yitirdi. Topu kaleye ilk 15-20 dakikadaki gibi hızlı, ayağa doğru paslarla götüremedi. Bu da oyunun kontrolünü Fenerbahçe'den ortaya doğru getirdi. Kalesinde birkaç pozisyon gördü. Hatta bunlardan en önemlisi belki de maçın en önemli anı Egemen'in 2'ye 1 pozisyonda Scarione ile topun arsına girerek golü önlemesiydi. Maçın bir anda 2-0'a gelmesi evinde oynayan Kasımpaşa'yı çok rahatlatırdı. Fenerbahçe 30. dakikada golü bulduktan sonra da çok fazla oyun anlamında birşey değişmedi. Özellikle kanat oyuncuları Babel, Viudez ve onların ortasında oynayan Scarione çok süratli, çabuk, yetenekli ve adam eksiltebilen futbolcular. Özellikle kontra ataklarda çok hızlı hücum gerçekleştirebiliyorlar. Ki zaten ofansif kanat oyuncularının da en büyük özellikleri budur. 


Yıllardır 4-2-3-1 düzeninde sahaya dizilen Fenrbahçe'nin en büyük zaaflarından biri ofansif kanat oyuncularının kanat beklerine yardım etmemesi. Aykut Kocaman bile sırf bu sebepten Stoch ve Dia'yı birlikte oynatamıyordu. Baktığınız zaman Kuyt her ne kadar da istekli görünse de ikinci golde Caner'i Viudez'le baş başa bırakarak Viudez'in önce Caner'den sonra Meireles'ten sıyrılmasına ardından orta yaparak gol attırmasına neden oluyor. Bknz


    Bir diğer zaaf da orta sahanın göbeğinde oynayan Selçuk ve Meireles ikilisinin yeterince ısrarcı ve ısıran futbolcular olmaması. Her ne kadar ortalama 10 km koşsalar da kanat ataklarında defans yaparken kenarlara yeterince yaklaşmadıkları için Gökhan Gönül ve Caner yalnız kalıyorlar. Maç boyunca dikkat edilirse Kasımpaşa en çok kanatlardan ataklarda başarılı oldu. 

     İkinci yarıda ise Kasımpaşa önde olmanın verdiği rahatlıkla ister istemez geri yaslandı ve Viudez, Babel ve Scarione ile kontra atak girişimlerinde bulundu. Bunda etkili de oldular. Ancak ilk yarıda isteksiz görünen Volkan çok önemli iki kurtarışıyla ön plana çıktı. 

     Mustafa Denizli'nin sevdiğim bir lafı var. "Her teknik direktör kulübesinde maça sonradan dahil olup maçın kaderini değiştirecek bir yıldız oyuncuya sahip olmak ister." diyor. Fenerbahçe'nin kulübesinde ise bunu yapabilecek iki isim var. Salih ve Alper. Salih daha çok kendinden emin yapısı, yavaşlığı ve paslarıyla Alex'i andırsa da Alper de cesur, dikine topla bir anda dribbling yapabilen takımı ateşleyen bir yapıya sahip. Oyuna girdiğinde varlığını çok çabuk hissettirebiliyor. Bir zamanların Tuncay'ını andırıyor bana. Ersun Yanal'ın en sevdiğim yönü ise risk alabilmesi ve oyuna hızlı müdahalesi. 70. dakikayı beklemeden Sivas maçının kahramanı olarak görünen ama dün gece varlık gösteremeyen Holmen'i alarak Alper'i oyuna dahil etti Ersun Yanal. Zaten birkaç dakika sonra oyunun çehresi değişmeye başladı. Fenerbahçe oyuna ağırlığını koymaya başlamasına rağmen Ersun Yanal bir risk daha aldı. 73. dakikada Selçuk'u çıkararak yerine Mehmet Topuz'u koydu. Ön liberoda da Meireles'i yalnız bırakarak Topuz'u ön orta sahaya aldı ve kapanan Kasımpaşa defansını kalabalık orta saha ile açmak istedi. Bu değişiklik de meyvesini verdi ve gecenin yıldızı Caner'in bindirmelerinden birinde Webo alışılagelen kafa gollerinden birini daha atarak maçı dengeye taşıdı. Kasımpaşa psikolojik olarak geriye yaslanmanın cezasını da 3. golle ödedi. 

     Fenerbahçe dün gece Ersun Yanal'ın öncelikle Alper Potuk hamlesi, ve devamındaki doğru oyuncu değişiklikleriyle çok önemli bir virajı döndü. Eğer bu maç kaybedilseydi sümen altındaki Sow gerginliği, Baroni rahatsızlığı ve Aziz Yıldırım'ın adaylığı gibi birçok konu tekrardan gündeme gelecekti. Şimdi hiç olmazsa Fenerbahçe'nin ve Ersun Yanal'ın bu problemleri çözmek için zamanı var. Ama Sow her ne kadar da yeterli antrenman verilerini tutturamıyor olsa da kesinlikle rahat geçeceğine inandığım Elazığ maçında oynatılmalı. Çünkü Sow bir yıldız ve o da bunu biliyor. 





14 Eylül 2013 Cumartesi

Terim'in Derdi Bizi De Gerdi

     Hepimizin gözü Fatih Terim'in üzerinde. Galatasaray'ı bıraksa dert, bırakmasa dert. Sakal-bıyık muhabbeti gibi. Belki de hayatında ilk defa bu kadar başarılı olduğu için pişman hissediyor kendisini. Çünkü herkes bir kurtarıcı olarak kendisine sığınıyor. Bu da yetmezmiş gibi çok zor hayaller basına pompalanarak insanların bu vahim durumda bile beklentileri yükseltiliyor. Bugünlerde Fatih Hoca'nın yerinde olmak istemezdim.



     Fatih Hoca dün 1-1 biten maçın ardından açıklama yaptı. "Milli Takım ve Galatasaray işiniz ne olacak?" sorusu üzerine "Gel dediler geldim koş dediler koştum git derlerse gitmem ve direnirim..." ve "Birilerinin içi rahat etsin diye imza atacak halim yok" dedi. Konu hakkında oldukça sinirli. "Git derlerse gitmem direnirim" lafının altında da çok derin mevzular var gibi. Her ne kadar da "Başkanımızla beni karşı karşıya getirmeyin" dese de aslında Ünal Aysal'ın kendisini karşısına aldığını bence biliyor. Ünal Aysal, Fatih Terim'e Ekim' kadar süre verdi karar vermesi için. Daha önce de yazdığım gibi Milli Dava'nın vazgeçilmez olduğunu da gayet iyi biliyor. Ama Ünal Aysal yönetimini tek düşündüren bu noktada Fatih Terim'in başarılı bir teknik direktör olması. Bu Fatih Hoca'nın arkasında ciddi bir taraftar desteği yaratıyor ve vazgeçilmez kılıyor. Ancak işte görüldüğü üzere kayıplar da baş göstermeye başladı. Transfer döneminin en hareketli son iki yılın futbol bakımından sansasyonel takımı bu yıl 4 maçta sadece 1 galibiyet alabildi. Bu durum da aslında bana kalırsa Ünal Aysal'a yarıyor. Milli Takım-Galatasaray tereddütü oyuncular üzerinde de baskı yarattığından yönetim rahatça "Fatih Terim'e takım daha da kötü olmadan zirvedeyken bırak, yoksa bu tribünler seni gönderir." diyebilir. Yani Fatih Terim'in elini güçlendiren başarılar bir anda yok olabilir. Bunun üzerine bir de Real Madrid hezimeti eklenirse spekülasyonları hepimiz izleriz. Bu bakımdan Fatih Terim de gururuna yenik düşmezse bunu erkenden görüp Milli Takım'ı devralıp Galatasaray'ı bırakabilir. Bence mantıklı olan da o. Şu an Beşiktaşlılar ve Fenerbahçeliler bu durumdan çok mutlu. Çünkü herkes çok iyi biliyor ki bu durum Galatasaray'a zarar veriyor ve vermeye de devam edecek. Hatta Aziz Yıldırım dünkü konuşmasında Fatih Terim'in TFF başkanlığı için yorum bile yaptı. Uzun lafın kısası, bu süreç henüz bitmiş görünmüyor. Ama bundan en çok zarar görecek olan İmparator gibi gözüküyor.

     

Aziz Başkan Konuştu

     Aziz Başkan beklenen konuşmayı yaptı. Fenerbahçe'nin başındaki artık son konuşmalarını yapıyor zaten Sayın Başkan. Çünkü unutulmaması gereken bir konu var. O da CAS'taki davanın sonuçlanmasına karşı "kişiler" hakkındaki kararın henüz verilmemiş olması. Normalde verilmesi gereken karar adı geçen tüm yöneticilere ömür boyu spordan men cezası olması gerek ama şu ana kadar bu kararın verilmemesini ben lobi faaliyetine bağlıyorum. Çünkü her ne kadar bence doğru şeyler yapılsa da, Fenerbahçe hakkında çok vahim uygulamalar da yapıldı. Aziz Yıldırım'ın konuşmasına özetle bakarsak şunları söyledi;



- UEFA, Fenerbahçe'nin açtığı 45 Milyon Euro'luk tazminat davasını geri çektirdi, pazarlık yapıldı; ancak dava çekilince Fenerbahçe'ye ceza verildi. Yani Fenerbahçe kandırıldı. Gerçekten de öyle oldu. O dönemki emsallerine bakıldığında Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi'ne alınmaması tam bir fiyaskoydu. UEFA savcısı Cornu'nun Lütfi Arıboğan ve İlhan Helvacı ile yaptığı görüşmede "kesin şike yaptılar" sözlerini duyduktan sonra hiçbir yargılama yapılmadan Fenerbahçe'nin o yıl ihraç edilmesi kabul edilemezdi.

- Sözde Emenike'nin para sayma görüntüleri, Sivas'a elbise çantasında gittiği iddia edilen ve bunun gibi şike bombasının patladığı günlerde ortaya atılan iddiaların hiçbirinin gerçek olmayışı. Bu da üzerinde durulması gereken çok ciddi bir konu. 

- Fezlekede Fenerbahçei yöneticilerin Trabzonspor'un bir şike faaliyetini önlemeye çalıştığı iddia ediliyor, ancak Trabzonsporlu yöneticiler bunlardan dolayı hiç ceza almıyor. (Ben şahsem Mahkemede o dönemde Sivas'ta oynayan Mehmet Yıldız'dan dinledim, Trabzonspor'la ilgili soyunma odasına haberler geliyordu Karadenizli futbolcularımız tarafından demişti.) Bununla birlikte o dönemki Trabzonspor Asbaşkanı Nevzat Şakar'ın Kulüp adına çalışan ve o an Antalya'da bulunan bir şahsı arayarak "Demirler kaça bir öğren sen" dediği, bu sözlerle o gün Antalyapor- Kardemir Karabükspor maçından sonra Karabükspor ile haftaya oynanacak Karabükspor-Trabzonspor maçı için görüşmesini istediğini ben yine mahkemede canlı olarak tapeden dinledim. Aziz Yıldırım'ın da demek istediği neden bu belgelerin hiç ortaya çıkarılmadığı ve Trabzon'a ceza verilmediği.

- Aziz Yıldırım bu davanın siyasi bir dava olduğunundan bahsetti. Bakıldığı zaman işin içinde bir gariplik olduğunu da anlamamak mümkün değil. Fenerbahçeli yöneticilere dinleme kararının çıkmasına dayanak olarak savcılık "Devlet kurumlarını dolandırmak ve ekonomik çıkar elde etme amaçlı örgüt kurmak ve yönetmek" suçundan bahsetti. Çünkü o dönemde 6222 Sayılı Şike Kanunu olarak bilinen kanun henüz yoktu. Ancak "örgüt" adı altında kanuni olarak dinleme izni alınabilirdi. Spor kulüplerinin de aslında birer örgüt olduğu, dolayısıyla iddianamede geçen ve hatta kararda geçen hiyerarşik yapının temelinin buradan geldiği göz ardı edildi. Bir yıllık dinlemenin ardından Fenerbahçeli yöneticiler 6222 Sayılı Yasa'nın 14 Nisan'da yürürlüğe girmesi nedeniyle sadece o tarihten sonra oynanan maçlar sebebiyle 3 yıl ceza aldılar. Örgüt kurmaktan ve yönetmekten ise 3 yıl 6 ay aldı Başkan. Örgütün silahlı olduğundan bahsedildi. Şiddet uygulamasa da her an uygulayabilecek nitelikte olduğu söylendi. Ben de bunları abartınn da çok üzerinde buldum.

- Bazı futbol konuşmaları şike olarak anlaşıldı diyor Aziz Yıldırım. Gerçekten de bazı konuşmalar futbol camiası içerisinde sohbet, şakalaşma olarak geçse de bunların tamamı iddianamede şike olarak adlandırıldı.

     Peki gerçekten ortada şike var mı? Ben şikenin var olduğuna inanıyorum. Çünkü zaten bütün dünyada böyle bir gerçeklik var. Şu an Avrupa'da İtalya Romanya Yunanistan yanıyor. Ama bizim ülkemizde o yıl sadece Fenerbahçe şike yapmadı. Beşiktaş, Trabzonspor, Fenerbahçe ve diğer Anadolu kulüpleri bu işin içindeydi. Ancak en ağır bilet Fenerbahçe'ye kesildi. Şike yapan Fenerbahçe iken, sözde para alan, anlaşan yönetici ve futbolcular ceza almadı. Trabzonspor'un şike faaliyeti içinde olduğu açıkken onlar da beraat ettiler Şike suçu tek başına işlenen de bir suç olmadığına göre bunların cezalandırılmaması da başka bir tartışma konusu. Mehmet Ali Aydılar'ın UEFA'nın gönderdiği yazıyı kendilerine teslim etmediğini iddia ettiği kişiler, TFF Başkan Vekili Lütfi Arıboğan şu an Galatasaray CEO'su ve Hukuk Kurulu Başkanı İlhan Helvacı ise Şu an Sportif A.Ş.'nin başında. UEFA'ya iddianame yerine polis fezlekesini gönderen Ebru Köksal ise şu an Galatasaray Yönetim Kurulu Üyesi. Bunlar ne kadar tesadüf bilemeyiz.

     Sonuç olarak tek söylemek istediğim, belki Fenerbahçe'nin üzerine çok gelindi ama Fenerbahçe de bu malzemeyi maalesef ki onlara verdi. Artık bana kalırsa Aziz Yıldırım Fenerbahçe Başkanlığı'ndaki son günlerini yaşıyor. Artık zaten tüm bu olanları geride bırakıp gerçekten Fenerbahçe'yi seviyorsa Fenerbahçe'nin önünü açmak için istifa etmeli ve yeni adayların önü açılmalı...


11 Eylül 2013 Çarşamba

Umuda Yolculuğa Devam

     Evet bir önceki yazımda da söylediğim gibi umuda yolculuk devam ediyor. Dün gece Milli Takım kendini bilen, sakin ve kontrollü oyunuyla aslında hiç de zorlanmadan 3 puanı aldı ve Macaristan'ı beklemeye koyuldu. Tabi bir yandan da Romanya'nın bundan sonraki Andorra ve Estonya maçlarındaki averajı da takip edeceğimiz bir başka husus. Zaten son dakikalarda gelen gollerin ve 5-0'lık Andorra galibiyetinin önemi de buradan anlaşılıyor. 




     Dün gece Milli Takım belki bir futbol resitali sunmadı ama Romanya gibi çok önemli ve dişli bir deplasmanda kendine güvenli oyunu ortaya koymayı bildi. Romanya, iki sonuç kendilerine yettiği için golü yiyene kadar kendi sahasında bekleyip hızlı hücumlarla Millilerin üzerine gelmeye çalıştı. Başarılı da oldu. Ama hep Gökhan Gönül ve Caner hem de tandem oyuncularımız gayet atik oldukları için çok hızlı geri dönerek Romanya'nın ciddi pozisyonlara girmesini engellediler. Selçuk İnan orta sahada her zamanki görevini üstlenirken Topal, Fenerbahçe'deki çizgisinden daha iyi bir form sergiledi. Bunda Fenerbahçe orta sahasının yetersizliğinden çok 4-2-3-1 sistemine göre kenar oyuncularının pres yapmamaları etkili olurken dün gece Gökhan Töre ve Arda gayet çalışkandı. Hem kenar çizgilerini kullanırken savunmada orta sahada alanı daraltarak Mehmet Topal'ın da işini kolaylaştırdılar. Bu sayede ortaya daha çok koşan, pres yapan, ayağa pas oynayan bir Milli Takım çıktı dün gece. Bu da aslında Fatih Terim'in tüm başarılarının ortak sırlarından bir tanesi. Isıran, ayağa pas yapan ve kontrollü bir takım... Romanya golden sonra geride beklemeyi bırakıp atak girişimlerinde bulunsa da etkili olamadı. Fizik kondisyonları bizden daha iyi değildi. en önemlisi de milli takım 1. ve 3. bölgede dönen topları daha çok alan takım oldu. Bu da daha fazla topa sahip olmamızı ve baskı kurmamızı sağladı. Dk 70'ten sonra Olcay ve Mevlüt'ün yani ileri uç oyuncularını da oyuna sokabilmek gerçekten her teknik direktörün harcı değil. Romanya gibi ateşli bir deplasmandasınız, 1-0 öndesiniz ve bu skoru korumak zorundasınız. Ama oyuna Olcay ve Mevlüt'ü alıyorsunuz. Bu cesaret demektir. 

     Son olarak dün iddia ettiğim gibi Romanya maçıyla beraber Fatih Terim'in Galatasaray macerası şimdilik bitmiştir. Ekim ayında Fatih Terim'in kararını bekleyen Ünal Aysal, Fatih Terim'in önüne sözleşme koysa da bu kararın elbette ki Milli Takım olacağını çok iyi biliyor. Kısa süre sonra gazetelerde Galatasaray'ın gelecek sezonki teknik direktörü ile ilgili bir çok haber duymaya alışın derim ben.


10 Eylül 2013 Salı

Tehlikeli Tereddüt

     Kuşkusuz Fatih Terim son günlerde hayatının en zor dönemlerinden birini yaşıyor. Kısa bir süre sonra ya Galatasaray diyecek ya da Türk Milli Takımı diyecek ve kararı ne olursa olsun polemikler peşini bırakmayacak.


     Eğer Fatih Terim Galatasaray derse, bu cevabı merakla bekleyen milyonlarca Galatasaray taraftarı sevince boğulacak. Çünkü onlar da biliyor ki Fatih Terim'in Galatasaray için yapmayacağı hiçbir şey yok. Taraftar ruhunu hâlâ içinde saklayan, ateşli ve hâlâ başarıya aç bir teknik direktör Fatih Terim. Yıllar önceki UEFA Kupası'nı bir kenara koyarsak son iki yılda da Galatasaray'ı içinden çıkarıp getirdiği yer inanılmaz. İki yılda iki şampiyonluk, Süper Kupa, Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final, takımda yakalanan bu hava... Galatasaray taraftarı bir anda böylesine başarıdan başarıya koşarken elbette ki teknik direktörlerinin takımı bırakmasını istemez.



     Milli Takım'a gelince Fatih Terim'i istemeyen olur mu bilinmez. Ama Fatih Hoca'nın oyuncular üzerinde ciddi bir etkisinin olduğu aşikâr. Tabi bununla beraber görevden kaçmayan yapısı, zor zamanlarda görevlilik üstlenmesi ve yüksek motivasyonlu bir insan olması da cabası. Zaten bu yüzden de TFF bir nevi "garanti" gördüğü için Fatih Terim'i seçti. Ya da yazıldığı gibi başbakanın talimatıyla gerçekleşti. Ama Fatih Hoca'nın adı üzerinde gerçek bir uzlaşma oluştuğu bir gerçek.



     Gel gelelim Galatasaray yönetimine. Ve hatta işin en can alıcı bölümüne. İşin en başından beri Galatasaray Başkanı Ünal Aysal çok fazla polemik yaratacak açıklamalarda bulunmadı. Ne Fatih Terim'in Milli Takım'ı yönetmesine karşı çıktı ne de Galatasaray'ı bırakması yönünde görüş bildirdi. Ama bakılırsa biraz da geçmişte olanları düşünerek yorum yaparsak Galatasaray Yönetimi burada o kadar da masum değil. Ünal Aysal'ın ilk geldiği andan beri aslında Fatih Terim'le aralarında sorun olduğunu artık bilmeyen yok. Fatih Terim'in istediği oyuncuların ısrarla alınmaması, Ünal Aysal'ın Fatih Terim için "Kulüp için faydalı bir eleman" demesi ve bunun üzerine Fatih Terim'in de basın toplantısında üzerine basa basa "Bu kulübün elemanıyım!" demesi akıllara iyice kazındı. Son dönemde sorun çözülmüş gibi görünse de aslında bana kalırsa iki tarafın da elleri kolları bağlı sadece birbirlerinden gelecek hamleyi bekliyorlar. Fatih Terim, şu an gerçekten başarılı olduğu için taraftarın gönlünde tekrar taht kurmuş durumda. Bu yüzden Başkan'ın kendisini kovamayacağını biliyor. Başkan da takımın başında olmasını istemediği Fatih Terim'i bu yüzden gönderemiyor. En ufak bir başarısızlıkta ipinin çekileceğinden şüphem yok. Ancak dengeler böyle devam ederken Ünal Aysal için bence en büyük fırsat doğmuş oldu. Fatih Terim'in çok önemli bir dönemde tekrar Milli Takım'ın başına getirilmesi ve Galatasaray'ın 3 kulvarda da devam etmesi Fatih Terim'i muhakkak bu yarışlardan birinin dışına itecek. Ve görüldüğü üzere dışında kaldığı bu yarış da Galatasaray'ın kupaları olacak. Ünal Aysal her ne kadar da "Fatih Terim 4 maç için Milli Takım'ın başında" , "Galatasaraylıyız ama Türküz de" dese de aslında bence kesinlikle beklediği şey Fatih Hoca'nın Galatasaray'dan ayrılması. Hatta Ekim'e kadar karar vermesini istedi bile. Bu akşam eğer Milli Takım Romanya'yı yenerse işte o zaman taşlar yerinden oynayacak. Milli Takım yola devam edecek, Ekim ayında da Fatih Terim, Mayıs ayında Galatasaray'ı bırakacağını açıklayacak. O dakikadan sonra Milli Takım'ın Brezilya'ya gidememesi bile Fatih Terim'i koltuğuna tekrar oturtamaz. Hemen teknik direktör arayışına girecek olan Ünal Aysal, medyaya Mayıs ayından sonra takımın başına geçecek olan teknik direktörü çoktan tanıtmış olacak. 



     Bana kalırsa Fatih Terim'in Galatasaray macerası şimdilik ama belki de en değerli yerinde bitmiştir. 



                                                                                                                               Caner Özcan