Hüriyet

16 Aralık 2013 Pazartesi

Ne Çektin Be Kara Kartal

     Ne derler? "Gün geçmiyor ki yeni bir skandalla karşınıza çıkmayalım sayın seyirciler!" Durum tam da bu. Bu ülkede sular sanırım hiç durulmayacak. Şampiyon olan federasyona rağmen şampiyon olur, olamayan hakemler yüzünden olamamıştır. Biri çıkar "Federasyon it gibi karar verdi." der. Velhasıl bu ülke normal bir ülke değil. Şaşırmalı mıyız olanlara onu da bilmiyorum. Dün akşam Beşiktaş maçında olanların akla mantığa uyan bir tarafı var mı hiç bilmiyorum! Bülent Ersoy'un şarkı söyleyerek bayılması da akla mantığa uygun değil ama oluyor işte...

     Beşiktaş'ın üzerine bu kara bulutların neden çöktüğü hakkında eminim Beşiktaşlı taraftarların komplo teorileri vardır. Bunun en bilindik olanı Gezi olaylarında Çarşı grubunun tam destek vererek en ön saflarda yer alması. Buna karşılık da siyasi iktidarın Beşiktaş'ı cezalandırarak kulüp ile Çarşı'nın arasını açmak istemesi. Ben tabi burada bu komplo teorilerine girmeyeceğim. 

     İki inanılmaz olay yaşandı maçta. Birincisi 30. dakikada Ryan Donk'un eline aldığı topu ceza sahası içinde Almeida'nın önünde kalan topa atarak pozisyonu engellemesi. İlk anda "futbol tarihinde ilk defa örneği yok" şeklinde açıklamalar gelse de aslında kural direkt TFF 2013-2014 Oyun Kuralları Kitabı'nda belirtilmiş. Buna göre TFF 2013-2014 Oyun Kuralları Kitabı'nın 119. sayfasında "topu elle tutmak" başlıklı kuralda atılan bir cisim ile (ayakkabıl ve tekmelik vb) topa vurmak ihlal sayılır demektedir. Ve ihlalin cezası ise ihlalin olduğu bölgeden direkt serbest vuruş ya da penaltıdır. Ryan Donk'un müdahalesi de bunun birebir aynısıdır ve cezası penaltıdır. El ile kasten oynamanın cezası da bariz gol şansı haricinde sarı kart olduğundan Donk'a verilen kart da doğrudur. Dolayısıyla Beşiktaş'ın bariz penaltısı verilmemiştir. Ayrıca hakemin pozisyon yorumundan değil, penaltı ile oyun başlaması gerekirken hakem atışı ile başlatması sonucu yanlış kural uygulaması nedeni ile kural hatası meydana gelmiştir. Maçın tekrar oynatılması gerekmektedir. Bunun aksini söylemek ya da yapmak futbolun doğasına aykırıdır. Hatırlanırsa 8 Kasım 2003'te Fenerbahçe ile Çaykur Rizepor arasında oynanan maçın ikinci yarısında hakem Ali Aydın Çaykur Rize'li Victoria'ya ikinci sarı kartı göstermesine karşın kırmızı kartı göstermeyerek oyundan atmamış ve maç tekrar edilmişti. Dün yaşanan da aynen bunun gibi bir kural hatasıdır. Donk'un elle topa müdahalesini gören hakem Barış Şimşek penaltı vermesi gerekirken oyunu durdurarak hakem atışı ile devam ettirdi. 



    İkinci olay ise Fernandes saldırısı. Büyük tepkiler veriyoruz. Ama tepkileri doğru yere yöneltmiyoruz. Şimdi saha kenarında tel yoksa bir insanın atlayıp sahaya inmesi normal mi? Evet. Futbolun beşiği Avrupa'da da örneği var mı? Evet. Ama burada asıl isyan edilmesi gereken bu adam yaklaşık 30 metre koştu ve en son Fernandes'e saldırdı. Fernandes'e saldırana kadar da arkasında bir tane ne özel güvenlik ne de polis var! İşte budur isyan edilmesi gereken. Beşiktaş-Galatasaray maçında yüzlerce taraftar sahaya indi diye statlarda özel güvenlik yerine polis olacak denmedi mi? Nerede bu polis? Ne için var? Fernandes dün akşam bıçaklansa idi o adamın hayatı, bu ülkenin dünyada itibarı kalır mıydı? Bu olay ok büyük bir olay ne tarafından bakılırsa bakılsın. O adam Fernandes'e ulaşana kadar güvenlik güçlerinin yetişmesi gerekirdi. 


     Olayın devamı da hiç iç açıcı değil. Motta ve Almeida'ya kızabiliriz. Onlar örnek insan ve sporcular. Ancak maçın gidişatı fiziksel yorgunluk ve beyne giden oksijen oranı (şaka değil) an itibariyle düşünüldüğünde futbolcunun doğru düşünememesini de normal karşılamak gerekir. Kaldı ki az rastlanan ve ahlaksız bir saldırı var ortada. Ancak bu tabi eylemin cezasını ortadan kaldırır mı? Hayır! Daha önce Hollanda'da Ajax-Alkmaar maçında Alkmaar kalecisine yapılan saldırı sonucu kaleci Esteban kendisine saldıran seyirciyi tekmelemiş ve kırmızı kart görmüştü. Bunun sonucunda Alkmaar teknik direktörü takımı sahadan çekmiş ve maç tatil edilmişti. Daha sonra Hollanda Futbol Federasyonu verilen cezayı kaldırmıştı. Ancak burada Fernandes kendisini korumak için kişiyi tekmelemiyor. Tekmeleyenler, Almeida ve Motta. Ayrıca saldırgan Kasımpaşa futbolcuları tarafından etkisiz hale getirilmişken. Kural açık. Yine TFF 2013-2014 Oyun Kuralları Kitabı'nın 38. sayfasının "Disiplin Cezaları" başlıklı kuralda "Bir oyuncu oyun içinde veya dışında rakibe, takım arkadaşına, hakeme, yan hakeme karşı ihtar veya ihraç gerektiren bir ihlal yaparsa ihlalin şekline göre cezalandırılır." demektedir. Yani cezası kırmızı kart. 


     Peki gelelim maçın tekrar edilmesi ihtimalinde kartların akıbetine. İşte bu en çok tartışılacak konu. Sportmenlik dışı hareket sonucu ihraç edilen bir oyuncu başka sebeplerle maç tekrar edildiği için tekrar sahada olabilir mi? Sahada olsa bile bu durum futbolda cezalandırmanın amacına ne kadar uygun olur. En büyük kıyamet sanırım burada kopacak. Hakemlerden açıklamalar yağacağına eminim. 

     Son olarak, Futbol bazen ölüm-kalım meselesi olarak algılansa da aslında bir spor dalıdır. Spor insanları, öncelikle çocuk ve gençleri sağlıklı bir yaşama sevk eder. Takım olmayı ve arkadaşlığı öğretir. Her yönüyle sosyal bir eylemdir spor ve temiz kalması gerekir. 4 farklı yerde hangi amaçla orada bulunduğu belli olmayan adamları sadece statlardan uzaklaştırarak sorunlar çözülmez. Bu adamın sadece neden sahaya girdiği değil, kimin ona bunu yaptırdığı da sorgulanmadıkça futbol üzerinden karanlık elleri çekemezsiniz...

14 Aralık 2013 Cumartesi

Mahşerin 4 Golcüsü

     Bu maçın aslında Fenerbahçe için kolay geçeceğini hepimiz biliyorduk. Akhisar her ne kadar 4 büyüklere kafa tutan bir takım olsa da deplasmanda 14 maçta gol dahi atamamış bir takımdan bahsediyoruz. Fenerbahçe'nin evindeki üstünlüğünü de göze alırsak iddaa oynayan arkadaşların handikap 1 oynadıklarına eminim. Bunun üzerine bu sezon üstün bir performans gösteren Bilal'in oyundan alınışı Akhisar'ı zaten en başta mağlup ilan etmeye yeterdi. Ne var ki hiçbir maç oynanmadan kazanılmaz. Fenerbahçe tarihi maalesef böyle maçlarla dolu. O yüzden Ersun Yanal'ın maç sonunda "Şampiyonluğun böyle maçlardan geçtiğini ben ve oyuncularım çok iyi biliyoruz." demesi gerçekten çok önemli.


     Maça gelecek olursak Fenerbahçe'nin alışılmış kadrosunda sadece Caner yoktu diyebiliriz. Onun dışında Meireles ve Emre'den bu sezon Fenerbahçe zaten tam anlamıyla verim alamadı. Ancak elbette bu gibi oyuncuların kulübede olması dahi çok önemli. Ayrıca Ersun Yanal'ın artık Meireles takıntısının da son bulmasını ümit ediyorum. Meireles oynarsa Christian'ın tribüne çıkması gerekir. Bu düzende de Meireles Alper Potuk'un bölgesinde, Alper de Christian'ın bölgesinde oynamak zorunda kalıyor. Ancak Alper her ne kadar da istekli, yıpratıcı ve dikine oynasa da bir Christian değil. Forvet arkasında kesinlikle oyun kuran değil ama oyunu yönlendirebilen ve "servis" yapabilen bir oyuncu şart. Bunu da Christian sağlar. Emre de bu bölgede oynayabilir ama rakip defansın arasında kaybolabilir. Bu ikisini bir kapta eritirseniz zaten ortaya Alex çıkıyor. Ve Fenerbahçe'nin aldığı skorlara bakarsanız Christian'ın oynağı maçlarda Fenerbahçe önde daha fazla baskı kurup maçı daha erken koparabiliyor. 

     15 maçta alınan 12 galibiyetin en önemli unsuru Fenerbahe'nin sürekli önde basıp top kaybına sebebiyet vermesi. Ayağa pasla oyun kuramayan rakip topu ileri gönderiyor ve burada da Mehmet Topal, Alves ve Egemen triosu bu topları tekrar Fenerbahçe atağına çeviriyor. Aslında çok mantıklı ve akla yatan bir taktik ama baskıya alışık ve daha iyi ayağa pas yapan Avrupa takımları karşısında nasıl bir çare bulunur bilinmez. Daha iki sene var dediniz değil mi? Duydum. 

     Kaleye giden topu engelleyen her el pozisyonu sarı kartla sonuçlanmaz. Kasti ise sarı ya da kırmızı da olabilir. Ancak kasti değilse penaltıyı verir geçersiniz. Ben şahsen Sonko adına çok üzgünüm. Bu maçı böyle terk etmemeliydi. 

     Hasan Ali Kaldırım her zaman dediğim gibi Fenerbahçe'ye bir menajerlik faaliyetiyle satıldığına inandığım oyuncudur. Fikrim ise hâlâ aynı. Yıllardır ofansif beklere alışmış Fenerbahçe'de böylesine atağa çıkmaya korkan bir sol bek ben hatırlamıyorum. 

     Bu maçı bir ölçü olarak kabul etmiyorum. Kötü ve eksik bir Akhisar karşısında kırmızı karttan sonra gelen gol ve ardından iyice demoralize olan oyunculara karşı 4 forvet oyuncusuyla 4-0'a giden bir skor var elimizde. Ama önümüzdeki hafta çıkışını sürdürmek isteyen Karabükspor maçı bence bu kadar kolay olmayacak. Karabük 8 haftadır maç kaybetmedi. Bir inanç ve beraberlik örneği gösteriyorlar. Tolunay Kafkas eminim ki bu maça 8 maçlık çıkışın  son noktası olarak bakıyor ve takımı çok özel hazırlayacaktır bu maça. Caner'in dönmesi güzel. Ancak Alper'in bu gösterdiği performansla sahada olması zor. 


     Emenike, Kuyt, Webo, Sow... muhteşem bir uyum ve toplam 27 gol. Şu an TFF Süper Lig'de 27'yi geçen tek takım 28 ile Kasımpaşa. Geri kalan 16 takımından daha fazla gol atan bir 4'lü. Özellikle Güiza faciasından sonra Fenerbahçe forveti altın yıllarını yaşıyor. Ancak tekrar söylüyorum. Emenike hala cesur bir futbolcu değil. Son vuruşlarında kaleyi hissedemiyor. Kaleye bakarken çok vakit kaybediyor. Kısa mesafede top süremiyor. Siz bakmayın o yüzden neredeyse karşı karşıya kalacağı pozisyonda Kuyt'a pas verdi. Onu da beceremedi. Attığı golde de zaten kale neredeyse boş ve yaptığı vuruş ustaca değil.

     Ersun Yanal takımın ruhunun bozulmasından çok korkuyor. Kesinlikle transfer düşünmemek bir yana, takıma alt yapıdan ve A2'den oyuncu bile almamak için dün 7 değil 6 yedekle çıktı maça. Maç sonunda da "Bana bu kadar yeterli kesinlikle A2'den ya da altyapıdan oyuncu almayı düşünmüyorum!" dedi. Tabi bu ne kadar doğru bu da ayrı. O zaman o 18 yaş altı umut dolu yetenekler kendilerine yeni takım aramak zorunda kalacaklar. Aykut Kocaman Salih gibi bir yeteneği armağan etti Türk futboluna. Kalsa 2 futbolcu daha geliyordu ama Ersun hoca onları kiraladı. Bu takımın bugünlere olduğu kadar yarınlara da ihtiyacı var. Bunu da unutmamak gerek...

25 Kasım 2013 Pazartesi

90 +4 Deplasman

     Fenerbahçe bu sene şampiyonluğun en büyük adayı ve eğer şampiyon olursa kuşkusuz en çok bu 90+'da attığı goller tartışılacak. Daha 12 hafta geride kalmışken Fenerbahçe tam 8 puanı bu son dakika golleri ile kurtardı. Eğer kurtaramasaydı şu an Kasımpaşa 28 puanla lider, Fenerbahçe ise 23 puanla 2. sırada yer alacaktı. Tarihinde ilk defa bu kadar iyi bir çıkış yakalayan Kasımpaşa eminim Fenerbahçe ile aynı sezon bu çıkışı yakaladığı için çok üzülüyordur. Şöyle bir son 5 yılın 12. hafta tablolarına bakacak olursak Fenerbahçe;

2012-2013 sezonunun 12. haftasında 5 galibiyet ve 5 beraberlikle 20 puanda 4. sırada  (Şamp. Galatasaray)
2011-2012 sezonunun 12. haftasında 7 galibiyet ve 4 beraberlikle 25 puanda 1. sırada  (Şamp.Galatasaray)
2010-2011 sezonunun 12. haftasında 6 galibiyet ve 3 beraberlikle 21 puanda 5. sırada  (Şamp. Fenerbahçe)
2009-2010 sezonunun 12. haftasında 10 galibiyet ve 1 beraberlikle 31 puanda 1. sırada ( Şamp. Bursaspor)
2008-2009 sezonunun 12. haftasında 6 galibiyet ve 2 beraberlikle 20 puanda ve 6. sırada (Şamp. Beşiktaş)

Görüldüğü gibi Fenerbahçe bu performansı en son Christoph Daum'un çalıştırdığı 2009-2010 sezonunda yakalamış. Ancak 2009-2010 sezonunda 12. haftadan sonra Fenerbahçe sırasıyla Beşiktaş'a, Kasımpaşa'ya ve Eskişehirspor'a yenilmiş ve evinde Kasımpaşa'dan 3 gol olmak üzere toplamda bu maçlarda 8 gol yemiştir. 12. haftaya gele kadar deplasmanda Gaziantep'e yenilmiş ve yine deplasmanda Kayserispor ile berabere kalmıştır. Aslında şu durumda ilk söylenecek şey Fenerbahçe bu performansı daha önce de yakalamış ancak şampiyonluğu Bursa'ya kaptırmıştı. Bundaki en büyük etken ise evinde kaybettiği Kasımpaşa ve Bursaspor maçlarının dışında klasik deplasman fobisi idi. Fenerbahçe o sezon deplasmanda tam 21 puan kaybetmişti. İşte asıl kilit nokta burası. Deplasmanda Konya mağlubiyeti ile sezona başlayıp ikinci deplasman maçında Webo'nun 90+4'teki golü ile Kasımpaşa karşısında 3 puanı aldıktan sonra Ersun Yanal "Deplasman fobisi bitti" demişti. İşte bu 90+'lardaki gollerin tamamı bu sezon deplasman maçlarında geldi. Kasımpaşa, Erciyes, Bursa ve Antalya. Yani aslında önemli olan Fenerbahçe'nin 90+'larda gol atarak maç kazanması da değil, bu gollerin deplasmanda atılması. Fenerbahçe'yi şampiyon yapacak olan da Saraçoğlu'nda bacakları titreyerek maça çıkan Anadolu kulüpleri ya da Galatasaray'a karşı maç kazanması değil, deplasmanda gösterdiği bu azmidir. 


     Maç ve oyuncu tercihle ile ilgili söylenecek çok fazla birşey yok. Mehmet Topal'ın yokluğunda Selçuk Şahin yerine Emre'nin ön libero olarak kullanılması muhteşem. Antalya zaten Fenerbahçe 1. bölgede baskı uyguladığında ne ayağa pas yaparak çıkabildi ne de uzun topları alabildi. Topla oynama yüzdelerine baktığınızda %63-37 gibi ciddi bir fark var. Bu yüzden Emre her ne kadar iki stoper arasında gömülü kalmış gibi görünse de deplasmanda özellikle topla geride ayağa ve isabetli pas yaparak çıkmak, ya da çıkarken top kaptırıp kontra yememek için iyi bir tercihti. Emenike tam bir back-up. Kulübeden gelip yorgun defanslar karşısında efsaneler yaratır. Ersun Yanal onu çok iyi kullanıyor. Bu gidişle Fenerbahçe Beşikaş virajını da aşarsa şampiyonluğa çok yaklaşır. Beşiktaş'la arasında asgari 10 puan olacak. Galatasaray haftaya Kasımpaşa'ya gidiyor. Zor bir deplasman. Ben beraberlik bekliyorum. Puan farkı 11'e çıkabilir. Bu disiplini de kaybetmezse buradan şampiyonluğu vermez Fenerbahçe.

10 Kasım 2013 Pazar

Klasik Kadıköy Gecesi

     Fenerbahçe'yi Kadıköy'de en son 22 Aralık 1999'da yendikten sonra 14 yılda 18 resmi karşılaşmada Galatasaray bir daha galip gelemedi. Son maç da dahil. Aslına bakılırsa Galatasaray galibiyete en çok Fatih Terim yönetiminde 2011-2012 sezonunda yaklaşmıştı. 2-2 biten maçın son saniyesinde Milan Baros'un vuruşunda direkte patlayan topu herkes bilir. Ardından play-off'un final maçında alınan 0-0'lık bir beraberlik ve şampiyonluk vardı. Artık Galatasaray psikolojik üstünlüğü kazandığını iddia ediyordu. Sezon başında ise tekrar Galatasaray favori idi. Ancak önce Fatih Terim'in gidişi, ardından Mancini ile henüz sistemin oturamaması ve kötü futbol bir yana bu arada da Fenerbahçe'nin de şu anki dinamik futbolu tekrar Fenerbahçe'yi favori konumuna getirdi. Benim öngörüm özellikle Kopenhag maçından sonra Mancini'nin bu maçı kazanmak istiyorsa Sneijder'in yokluğunda sahaya 4-4-2 dizilişiyle çıkması gerektiğiydi. Çünkü Kopenhag maçında bu dizilişle takım gayet iyi giderken bir anda 4-2-3-1'e dönerek takımın mağlubiyetinde önemli rol oynamıştı ve çok eleştirilmişti. 


     Mancini bu maçta tercihleriyle herkesi şaşırttı. Öncelikle kadro yapısı resimdeki gibi olmakla birlikte diziliş pek öyle değil. 4-2-3-1 bekliyordu herkes ama Mancini savunmada 4-5-1, hücümda da 4-3-3 sistemi ile sahaya sürdü takımını. 4-2-3-1'de forvet arkası oyunu yönlendirecek pasör oyuncu olarak Sneijder'in yokluğunda ben de dahil birçok kesim onun yerine Selçuk'un o bölgede oynaması gerektiğini söyledik. Ancak Kopenhag maçında Selçuk'un bu bölgede başarısızlığı ve rakip defansın içinde kaybolması nedeniyle bu defa Mancini orta sahanın ortasını 3 kişiden kurdu ve Ceyhun'u ön liberoda oynatarak Selçuk ve Melo'yu yan yana oynattı. Bu şekilde Selçuk'un ceza yayı üzerinde rakip defansın içinde kaybolmasını engellemek istedi belki. Sol bekte ise akıl almaz şekilde yine Danny'yi tercih etti. Modern futbolda eğer atak ve baskılı futbol oynamak istiyorsanız bekleriniz atağa katılmak zorunda. Danny belki Anadolu takımları ile oynanan maçlarda sırıtmayabilir ama Fenerbahçe ile oynuyorsanız ciddi bir eksikliktir. 


     İşin Fenerbahçe yanı ise Galatasaray kadar komplike değil. Fenerbahçe her zamanki düzeninde çıktı sahaya. Sakatlığı iyileşen Meireles fizik kondisyonu ve maç eksiği nedeniyle kadroya alınmadı. Alper'in de cezalı olması nedeniyle böyle bir orta saha çıktı ortaya. Maç başladığında Fenerbahçe hiç de Beşiktaş'ın 7 puan, Galatasaray'ın da 6 puan önündeymiş gibi oynamadı. Klasik bir Kadıköy derbisi olarak baskılı başladı maça. Galatasaray ise geçen haftaki yazımda belirttiğim ve beklediğim gibi sahasında bekleyerek başladı. Savunmayı önde kurdu, stoperlere fazla baskı uygulamadı ve alan daralttı. Fenerbahçe'yi 30-40 metre içerisinde oynamaya zorladı. Bu mantıklıydı. Çünkü özellikle kanat organizasyonlarında Fenerbahçe çok etkili ve Galatasaray'ın kanatlardan çok gol yediği de bir gerçek. Nitekim 2. gol de kanat atağı olmasa da bir kenar topuydu. Fenerbahçe'nin iki şansı vardı. Ya savunma arkasına havadan oynayacaktı -ki bunun için doğru tercih olan Emenike kulübedeydi- , ya da bekleyip sabırla oynayarak hata kovalayacaktı. Ve Fenerbahçe ikincisini tercih etti. Ancak dar alanda topu ileri sürükleyecek oyuncu Alper cezalı, Holmen de yabancı sınırına takıldığından Fenerbahçe de ilk 20 dakika kayda değer bir pozisyon yakalayamadı. Ancak 23. dakikada Chedjou'nun topa elle müdahalesi Mancini'nin planlarını alt üst etti. Ancak bu plan benim de beklediğim bekle-durdur-vur planı değildi. Mancini belli ki Kadıköy'e beraberlik için gelmiş. Bekleyip durduracak, eğer hasbel kader pozisyon yakalarsa gol atacak. Golden sonra dahi Galatasaray beklemeye devam etti. Hücuma kalkmaya çalıştığında da orta sahanın yeterizliği, Burak'ın sol kanattaki etkisizliği ve Danny'nin de destek vermemesi sebebiyle bir türlü pozisyona giremedi. Bunun için önce Ceyhun'u aldı oyundan. Ben 4-4-2 beklerken Melo Ceyhun'un pozisyonunu, Engin Baytar da Melo'nun pozisyonunu aldı. Engin kim ne derse desin bir kanat oyuncusu. Göbekte oynayabilmek için yeterli yaratıcılık özelliği yok. Sonra Aydın ve ardından Umut girdi oyuna. En son 4-2-4'e döndü sistem. Geleli 1 ay olmuşken bir takımın yürüyen askamıyla bu kadar oynamak bence fazla. 

     Fenerbahçe bu maçı sadece arzusuyla, rakibe basarak, koşarak kazandı. Vasat'ın üzerinde bir futbol sergilemedi. Bir de Emenike parantezi açayım hemen. Ersun Yanal Galatasaray'ın sahaya kazanmak için çıkacağını, öne doğru oynayacağını düşündü sanırım herkes gibi. O yüzden Galatasaray ataklarına karşı topu rakip sahada aklayabilmek için önde bu işi iyi yapan Webo'yu tercih etti. Galatasaray'ın savunmayı önde kurup alan daraltacağını düşünseydi eminim ki Emenike oynardı. Ama ben olsam bu kumarı oynar ve Emenike ile başlardım. Emenike ise kaprisli bir futbolcu. Bu akşam da bunu gördük. Kulübede belli oluyordu. Ama oyuna girdikten sonra hele ki bir de santrfor yerine sağ açıkta oynamak zorunda kalınca iyice isteksizleşti. Hatta Ersun Yanal'ın Emenike'ye nasıl bağırdığını da hepimiz gördük. Ama Emenike bunu yapmamalı. Türkiye'nin en büyük kulüplerinden birinde oynuyor. Henüz bir efsane olmadı Fenerbahçe için. Dünya çapında klas bir oyuncu da değil. Sezonda en fazla attığı gol 16. Gerekiyorsa elbette kulübede bekleyecek. 

     Son olarak da hakeme değinmeden edemiyorum. Kart göstermekten kaçınması bence doğru değil. Özellikle derbi maçlarında tansiyonu yükseltmemek ve oyunun kontrolünü daha da kaybetmemek için böyle bir tercihte bulundu sanırım. Ama bence doğru değildi. Ki bu durum, Ersun Yanal'ın faullü futbol felsefesine de inanılmaz uyuyordu. Kaldı ki neredeyse 3-4 tane sarı kart atlandı. Şunu da unutmamak lazım bunlar maçtan önce konuşulur. Maçın hakemi belli olduktan sonra o hakemin sarı-kırmızı kart standartları bilindiği için teknik direktörler "çok sert girmeyin çabuk kart çıkarır", ya da "sert girin, bu hakem fazla kart göstermez" derler. Ki ben Ersun Hoca'nın "sert futbol" istediğine de eminim bu gece. 


     Sonuç olarak futbol kalitesi düşük bir geceydi. Oyunun sürekli durduğu, konsantrasyonun kaybolduğu, pozisyonsuz bir derbi izledik. Fenerbahçe rahat bir şekilde yoluna devam ediyor. Ancak Mancini'nin kara kara düşünmesi gerek. Evet 9 puan kolay kapanır. Ancak Galatasaray'ın bu futboluyla değil. Derbi akıllarda futbol heyecanı ile kalmasa da, fair play ruhu ve futbolcuların centilmenlikleriyle, Saraçoğlu'ndan yükselen "İmparator Fatih Terim" göndermesiyle, Fenerbahçeli futbolcuların maç sonunda sahada toplanıp 55.000 kişi ile beraber tezahürat yapmasıyla akıllarda kalacak... 

6 Kasım 2013 Çarşamba

Şimdi Cimbom Düşünsün!

Bir önceki Şampiyonlar Ligi haftasında Galatasaray için evinde Kopenhag galibiyeti olmazsa olmaz demiştik. Bunu iyi anlamıştı Galatasaray ve daha 1. dakikada başlayan mükemmel baskı ile rakibini sahasına gömmüş ve ilk yarıda maçı bitirecek skoru yakalamıştı. Ama aynı zamanda Kopenhag için de evindeki Galatasaray maçı olmazsa olmaz diyebileceğimiz türden bir maçtı. Ama Galatasaray bunun farkına varamadı. Kopenhag'ın yenilmesi demek grup sonunculuğu demekti. Diğer ve daha zor 2 maçı oynamasa da olurdu. Ancak bu maçı alırlarsa yarışın içinde olurlardı. Galatasaray da Kopenhag'ın bir rakip olarak  önüne çıkmaması için bu gece yenmek zorundaydı. Eğer böyle olsaydı şu an 7 puanda Juve ve Kopenhag'ın önünde olacak, kendi evinde Juve'nin karşısına beraberlik için çıkacaktı. Dün öyle bir maç vardı ki sanki kimse Galatasaray'lı oyunculara bu hesaptan bahsetmemişti. 


Mancini Sneijder'in yokluğunda takımı 4-4-2'ye çevirdi tekrardan. O bölgede oynayacak oyuncusu olmadığı için ya da Emre Çolak'tan ofansif orta saha olmayacağını anlaşıldığından olsa gerek Galatasaray'ın alışık olduğu düzene geçmek mantıklıydı. Ki Galatasaray maçın genelinde, pas, topa sahip olma ve baskı anlamında önde olan taraftı. Ama ne var ki gol bir türlü gelmedi. Hatta bana kalırsa Galatasaray ataklar gol getirecek cinsten ya da baskı yaratacak cinsten %100 diyebileceğimiz ataklar değildi. 

Yenilen gol kabul edilemez cinsten. Tamam Galatasaray'ın defansı sene başından beri alarm veriyor. Hatta son birkaç haftadır yani Mancini geldiğinden beri özellikle çığlık atıyor dikkat edin diye ama dönüp bakan yok! Şimdi anladığım kadarıyla Galatasaray top rakipteyken topun oynandığı bölgeye kümeleniyor. Yani alanı daraltırken bunu alan savunması ile yapmıyor. Bunu sanırım Barcelona yapardı. Çiçek taktiği diyorlar sanırım adına. Top kaybedildiğinde çiçek gibi merkeze doğru kapanan, topu kapında da kenarlara doğru açılan bir taktik anlayışıydı o. Yalnız top rakipteyken eğer merkeze doğru kapanıyorsanız kademe anlayışınızın çok iyi olması lazım. Bunu Galatasaray'ın en iyi uyguladığı maç Juventus'la deplasmanda oynanan maçtı. Juve'nin kanat ataklarında mesela sağ kanat atağında Ebue 3. bir stoper gibi ceza sahasına iniyor, kanattan gelen oyuncuyu ise Galatasaray'ın sağ kanat oyuncusu karşılıyordu. Böylece defansta bir kişi daha fazla mücadele ediyordu. Bu tabi yüksek düzeyde iyi bir rakibe karşı baskıyı kaldırabilmek için yapılan bir uygulama. Yoksa Galatasaray'ın bu kadar defansif oynaması tabi ki beklenemez. Ama dünkü maçta Galatasaraylı oyuncular rakibe doğru kümelenmişken Aydın'ın sol kanada vermediği destek sebebiyle geldi gol. Tabi aslında sadece Aydın'a bağlamak imkansız. 


Mesela yukarıdaki görüntüye bakarsanız Riera ve Braaten yan yana. Riera, Braaten'i takip ediyor. Braaten bir sonraki görüntüde arkasındaki futbolcuya topu verecek ve o da sağ kanata pas vererek gol pozisyonu hazırlanacak. 


1 ile işaretli oyuncu Aydın. Kesinlikle tam bir Leyla! Olmaması gereken yerde. Eğer kademeye girse idi bu gol bariz olmayacaktı. Üzerine bir de 2 ile işaretli oyuncular Riera ve Braaten. Braaten topu vermiş ceza sahasına koşuyor. Riera da kanadını boş görünce oraya koşmaya başlıyor. 


Bu da çok komik değil mi? Bu top üç savunma oyuncusunun önünden geçerek gol oluyor. Aslına bakılırsa Mancini'nin kademe anlayışını çok beğeniyorum. Semih, Chedjou ve Ebue üç stoper kalabalık olarak içeride. Bruma da gayet iyi yerde en arkada topun sekme ihtimaline karşın  orada. Ama işte her zaman sistem değil bazen de futbolcunun birşeyleri yapması gerekir. Bu top üç kişinin biden önünden geçmemeliydi.

Mancini'nin eleştirildiği başka bir nokta da dün akşam ikinci yarının 62. dakikasında Aydın-Ceyhun değişikliği oldu. Bu değişiklik takımı 4-2-3-1'e çevirdi tekrar. Burak2ı sola, Bruma'yı sağa ve Sulçuk'u forvet arkasına aldı. Aslına bakılırsa bana mantıklı geliyor. Haftalardır 4-2-3-1 ile kazanıyorsunuz. İlk yarı pozisyon bulsanız da 1-0 geride bitmiş. İkinci yarı hala gol yok. Ve Selçuk da forvet aqrkası pasör olabilecek nitelikte bir oyuncu. Ancak bunu çok eleştirdiler. Selçuk'un defans oyuncuları arasında sıkışıp kaldığından rahat pas veremediğini ve oyunu geriden yönetmesi gerektiğini söylediler. Bu da bir görüş. 15 dakika sonra 76. dakikada gelen Semih Kaya-Umut Bulut değişikliği ise Selçuk'a "pardon" demenin bir başka şekliydi. Bu defa Selçuk eski yerine geldi. Umut ve Burat kanatlarda, Bruma ise ortalarında kaldı. Bu da tabi ne kadar doğru bilmiyorum. Mancini, Bruma'yı pasörden çok ikinci forvet olarak da düşünmüş olabilir. Ancak 85. dakikada Burak-Amrabat değişikliği tüm takıma "pardon beyler!" demek gibiydi. Bu defa tekrar 4-4-2'ye döndü ve bu şekilde ilk yarıda iyi giden sisteme geri dönmek istedi. Geride Kopenhag'dan tehlike görmediği için bu tarz varyasyonlara zaman harcadı Mancini. Ama ne var ki olmadı. 


Bana kalırsa Juventus kendi sahasında Kopenhag'dan 3 puanı alır ve puanını 6'ya çıkarır. Real Madrid de evinde Galatasaray'ı yener ve liderliği garantiler. Ve Juventus İstanbul'a sadece yenilmemek için gelir. Ve bence de istediğini alır. Dolayısıyla Galatasaray dün sadece bir maç kaybetmedi, Şampiyonlar Ligi'nin de sonuna geldi. Tabi son maçını evinde oynayacak olan Kopenhag, liderliği garantilemiş Madrid karşısında sürpriz yaparsa, artık gerisini Cimbom düşünsün...







2 Kasım 2013 Cumartesi

Aydınlık Günler Mi, Yıldırım Geceler Mi?

     En sonunda kongre günü geldi çattı. 3 Temmuz süreci ile başlayan "Aziz Yıldırım koltuğundan olur mu?" sorusu yarın yanıtlanacak. Çok garip bir başkanlık yarışı. Biri şike yapmakla suçlandı, diğeri TFF başkanıydı ve Fenerbahçeli olmayanlar tarafından Fenerbahçe'yi kayırmakla, Fenerbahçeliler tarafından Fenerbahçe'ye ihanetle suçlandı. Gazeteci değiliz. Birçok şeyi bilmiyoruz. Ama biraz beyin jimnastiği yapalım ve geçmişe doğru yol alalım...

     Mahmut Özgener 29.06.2011 günü başkanlığı bırakmış ve 3 gün sonra Mehmet Ali Aydınlar Başkanlık koltuğuna oturmuştu. Ve birden bire şike soruşturması başlamıştı... Mehmet Ali Aydınlar hep başkanlığının 3. günü sabahı böyle bir kaos ile uyanmanın vahametini yaşadığını anlattı bizlere. Peki Mahmut Özgener neden koltuğunu bıraktı? O süreçte bunlar soruldu. Soruşturmadan haberi vardı denildi ama o hiçbir açıklama yapmadı ve uzak kaldı. Bakalım Mahmut Özgener son konuşmasında neler söylemiş:

"Futbol, dünyanın en dürüst olgularından biri…
Saha dışında herkesi kandırabilir, herkesi aldatabilirsiniz…


Görev dönemimiz boyunca, bu kuralları hiçe sayanları da gördük. Özellikle bazı yöneticilerimizin kişisel hırslarını öne çıkararak görev yapmaya çalıştıklarını gözlemledik. Bu yöneticilerin sayısı çok az… Maalesef olduklarından daha büyük görünüyorlar.

Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı olarak 2008'den bu yana sürdürdüğüm bu onurlu görevi sonlandırmaya karar vermiş bulunuyorum.
Bu kararı almamın arkasında iki temel neden yer alıyor.
Bunlardan biri, yaşadığım yer ile görev makamım arasındaki zorunlu uzaklık ve bunun aile yaşantıma yapmış olduğu olumsuz etkilerdir.
Diğeri ise; geçen süre zarfında yaşadıklarımla tespit ettiğim, sistemin içerisine yerleşmiş, kişisel hırs ve egoları ile Türk Futbolunu perde arkasından yönetme hevesine sahip, hegemonya kurma hayali taşıyan zaaf sahibi kişiliklerdir."

Yani aslında gördüğünüz gibi Mahmut Özgener sinyali burada bize vermiş. Konuşmanın tam metni TFF sitesinde http://www.tff.org/default.aspx?pageID=285&ftxtID=12814 
Mahmut Özgener'in soruşturmadan haberi olduğu için çekildiği hep söylendi. Ancak kendisine ait Ömer Temelli ve Aziz Yıldırım'la yapılan telefon konuşmalarının tapeleri de ortaya çıkmış hatta basına konu olmuştu. Olgun Peker'in lisanssız menajerlik yapmasına göz yumduğu, hakem atamalarında Aziz Yıldırım'ın talimatları doğrultusunda karar verdiği iddiaları vardı. Peki neden yargılanmadı? Bunu bilmiyoruz. Yani o kadarını siz düşünün. 

     Şimdi gelelim Mahmut Özgener'den sonra koltuğu devralan Mehmet Ali Aydınlar'a. Mahmut Özgener'in 3,5 yıllık görev süresince yönetim kurulundaydı. En sonunda başkan seçildi. Buraya dikkat edin. Federasyon Başkanlığında gizli bir teamül var. Her başkandan sonra başkan tekrar seçiliyorsa eğer yerine eski başkanın vekilliğini üstlenen iki kişiden biri geçiyor. Köklü değişiklikler olmazsa böyle. Levent Bıçakçı- Hasan Doğan, Hasan Doğan - Mahmut Özgener, Mahmut Özgener - Lütfi Arıboğan (!!!) değil Mehmet Ali aydınlar! Yani bunun bir örneği yok. Ya iki farklı gruptan biri kazanacak ve bu şekilde teamül bozulacak, ya da sürekli her başkanın yerine vekili geçecek. Ancak Mehmet Ali Aydınlar Mahmut Özgener'in başkan vekili değil, yönetim kurulundaydı. Mahmut Özgener'in vekilleri Lütfi Arıboğan ve Servet Yardımcı idi. İkisinin de Mehmet Ali Aydınlar dönemi ile vekillik sıfatları alındı. M. A. Aydınlar'dan sonra gelen ikinci isim Göksel Gümüşdağ olmuştu. Hatırlarsanız İBB'nin başkanı ve Başbakan'a olan yakınlığı ile biliniyor. 

     Sadece beyin jimnastiği yapmaya çalışıyorum. Bu şike sürecinde belki de özellikle koltukta bir Fenerbahçeli'nin olmasını istediler. Lütfi Arıboğan Galatasaray'lı. Yaptığı her işte attığı her adımda tüm Fenerbahçeliler onu suçlayacaktı. Bu çok açık. Fenerbahçeliler her zaman Galatasaraylı bir TFF başkanının kini ve nefreti yüzünden Avrupa'ya gidemediklerini söyleyecek ve asla tatmin olmayacaklardı. Ancak bir Fenerbahçeli başkan ile işler değişebilirdi. Süreç daha hafif atlatılabilir, şike yapıldığı kabullenilebilir, Aziz Yıldırım sevgisi ve başkanlığı ve hegemonyası böylece son bulabilirdi. Bu yıpranma payının karşılığı ise belki de Fenerbahçe Başkanlığı idi. Yıllardır yöneticilik yapan M. A. Aydınlar elbette ki bu koltuğu istiyordu. Yaptığı hizmetlerin karşılığı olarak şimdi de ona bu koltuk verilecekti. Ya da Aydınlar bir piyondu. Yapması gerekenleri yaptı ve şimdi de mükafatını alıyor. Ya da hiçbirşeyden habersiz bir şekilde yönetti bu süreci ve şimdi de kader ağlarını oldu. Aziz Yıldırım'a savaş açtı. Fenerbahçe'yi aydınlık günlere taşımaya çalışıyor. Bilemiyoruz.


     Bu söylediklerim de asla Aziz Yıldırım'a destek olarak görülmesin. Ben okudum o tapeleri. Aziz Yıldırım her ne kadar da savunmalardan oluşan kitapçık bastırmış olsa da klasör klasör tapeleri ben de gördüm. Onlarca insan yargılandı o salonda. Herkes vardı. Hemen hemen her gün gittim ben de. Herkes aslında bir utanç tablosunun renkleriydi sanki. Aziz Yıldırım'ın ve diğer başkanların aralarındaki milyon dolarlık iş ilişkilerine şahit oldum orada. Kendilerine menajer diyen "komisyoncu"yu aşamayan insanların futbolcu transferinden milyonlar vurduğunu gördüm. Futbolcu transferlerinin ihtiyaç nedeniyle değil de bazen de "ne verelim abime! şeklinde yapıldığını gördüm. Herkesin bu işe bulaştığını gördüm. Ve hatta futbolda ve futbol camiasında en son gelen en değersiz şeyin "futbolcu" olduğunu gördüm. 

     Bu seçim, aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyıktan öte değildir. Ancak bu her kulüp için de böyledir. Başkan sıfatıyla ilk yıllarında çok beğendiğim ancak II. Aziz Yıldırım olacağını düşündüğüm Ünal Aysal'ın da bundan farksız olduğunu düşünüyorum. Sanayileşen futbolda rant ve para var... Küçük insanların hayal edemeyeceği kadar!

Leyla Muslera!

     Galatasaray'ın kazanacağını geçen hafta söylemiştim. Ama bu kadar şaşırtacağını düşünmüyordum. Kopenhagen maçı da dahil son üç maçta hemen hemen aynı kadro ile sahaya çıkan takımın her üç maçta da farklı kimlikler ortaya koyması, birinde maçı daha ilk yarıda koparması, diğerinde 2-0'ı koruyamayıp 2 dakikada Anadolu takımı gibi 2 gol yemesi ve 74. dakikaya kadar süren bir endişe, sonunda da 90. dakikaya kadar ne olacağını bilemediğimiz bir maç. Galatasaray iyi oynar, kötü oynar o ayrı! Ama her maçta bu kadar farklı kimlikler ortaya koyması bir yere geldiğinde puan kaybına sebep olur. Ki önümüzdeki hafta Saraçoğlu'na çıkacak. 


     Galatasaray son üç haftadır bu kadroyu ve 4-2-3-1 dizilişini kullanıyor. Defans kurgusundaki farklılıklar haricinde kadro aynı. Aslında iyi de bir sistem. Ama bu sistemde Bruma'ya yer yok. Oysa ki böyle bir sistemde özellikle Bruma gibi bir oyuncunun banko oynaması gerekir. Tabi burada Bruma'nın takım defansına yapacağı ya da yapmayacağı katkıdan bahsedilebilir. Ya da Umut'un golcülüğünden. Ama ne olursa olsun Bruma her zaman 11'de görmek istediğim bir oyuncu. Ayrıca şunu da hep söyledim. Galatasaray'ın kadrosu kısıtlı. Kadro derinliği yok. Özellikle orta sahada rotasyon yapmak çok güç. Sneijder sakatlandı ve bildiğim kadarıyla uzun süre yok. En az 1 ayı Galatasaray bu bölgede Emre Çolak'ı oynatarak mı geçirecek? Ve Emre Çolak kimdir? Bir sol kanat oyuncusu olarak forvet arkası oyun kurusu ve pasör görevlerini gerçekleştirebilecek yetenekte ve olgunlukta da değil. Yani Emre'nin bir pasör kumaşı yok. Salih Uçan 18 yaşında da 35 yaşında da o görevi yapar; ama Emre Çolak sol kanat oyuncusu. Peki Selçuk neden forvet arkası pasör ya da oyun kurucu görevini üstlenemiyor? Sneijder ve Drogba'sız şampiyon oldu Galatasaray. Ve takımı Selçuk yönetti. Şimdi de bunu gayet yapabilir. Belki Mancini Selçuk'u önde oynatıp arkasında Ceyhun Gülselam'ı oynatsa daha defansif bir orta saha kurgusu olacağından eterli baskıyı kuramamaktan çekinmiş olabilir. Peki değişen birşey oldu mu? Hayır! Bence Sneijder yoksa o görevi Selçuk üstlenmeli. Galatasaray'da bunun başka alternatifi yok. 

     Konyaspor'un teknik direktörü eski bir Galatasaray'lı Uğur Tütüneker. Galatasaray'da 10 yıl futbol oynamış kalbi onunla çarpan bir bir profesyonel. İyi analiz etmiş rakibini. "Ben Konya'yım yersem çıkaramam!" demedi Konya. Çok cesur olmayı geçin Galatasaray'a daha oyuna başlarken baskı yaptılar. Özellikle Semih, Chedjou ve kaleci Muslera'ya. Ki Muslera'ya da ayrı bir parantez açacağım. Yapılan bu baskılar sonucunda önce gelen şey gol değildi. Önce Galatasaray durdu. Sonra oyunun hakimiyetini kaybetti. Özellikle önde gelen baskı ve ardından Galatasaraylı stoperler topu oyuna soktuğunda orta sahada topu sırtı dönük almaya çalışan tüm oyunculara bu baskının sürdürülmesi sonucunda da top kayıpları geldi. Ardından 16. dakikadaki gol. Çok daha fazlasını yiyebilirlerdi. Ama şans bazen yanınızda olmalı. Olduğu zaman yemiyorsunuz. Eğer Galatasaray 2'yi yeseydi emin olun bu maçta çıkarabileceği tek şey beraberlik olurdu onda da şüpheliyim. Çünkü Konya inanılmaz şekilde ayağa pas yaptı. Bütün oyuncular ne yaptığını çok iyi biliyordu. Herkes nerede olması gerektiğini çok iyi biliyordu. Ayağa pas yaparak hem oyunun kontrolünü ele aldılar hem de gerektiği anda tempoyu düşürebildiler. Bu oyun bana Galatasaray'ın kaybettiği Akhisar deplasmanını hatırlattı. O maçta da Akhisar aynı şekilde gerideki Galatasaray baskısına rağmen bilinçli ve ayağa paslarla bu baskıyı kırmıştı. Özellikle Konya'nın golü yediği dakikadan sonra ne olacağını çok merak etmiştim. İlk 5 dakika beklediğim gibi Galatasaray tempoyu artırdı, Konya da korktu ve gömüldü. Ancak daha sonra tekrar ayağa paslarla kendilerine geldiler. Tabi çok fazla alan buldular. Burak ve Umut biraz yalnız bıraktı savunmayı. Bunun da etkisi çok büyük. 

     Bir Drogba'ya sahip olmak sanki Range Rover'a sahip olmak gibi birşey sanırım. En kötü maçlarında bile sahnede. Ya gol atiyor, ya attırıyor ya serbest vuruş alıyor. Bunların hiçbirini yapmasa takımı ceza sahası önüne getirebiliyor sadece varlığıyla. Ve 90 dakika oynayan bu adam 35 yaşında öyle mi? İnanmıyorum. Bana, bizim ülkede sıkça görülen abisi ölünce kimliğini alan adamları hatırlatıyor!!! Burak ve Drogba'ya sahip olmak her zaman önemli. Burak için ne kadar şeyler söylense de işte sahneye çıkıveriyor bir anda. 


     Muslera'ya da ayrı bir parantez açalım. Büyük bir ihtimalle maçtan evvel bir arkadaşıyla ciddi bir iddiaya girdi. Hani Masserati'sine falan! İddia da büyük ihtimalle "Ben 45 dakika içerisinde 3 Konyalıya çalım atarım" şeklindeydi. Yoksa bunun izahı olamaz. Dünya çapında bir kaleciden akıl almaz ve sorumsuz hareketler görmek insanı şaşırtıyor. Tabi burası Türkiye. Öyle ya da böyle oynayacaksın. Barça'da iki hatalı golle silinen Rüştü değilsin ne de olsa! 


     Taraftarlar şimdi mutlu mesut ve kararlı bir şekilde Fenerbahçe maçını bekliyorlar. Psikolojik üstünlüğü aldık gün galibiyet günüdür falan diyorlar sanırım. Ama Galatasaray'ın yapması gereken "önce durdur, sonra vur" taktiğidir. Fenerbahçe evindeki maçı kazanmak isteyecek. Saldıran ve hızlı bir futbol anlayışı var Fenerbahçe'nin. Eğer Galatasaray Bruma'sız, Sneijder'in yerinde Emre Çolak ile ve takımın defans anlayışına hiçbir katkı sağlamayan Burak ve Umut ile bu maça çıkarsa, daha önce dediğim gibi Emenike fenomen olabilir.