Hüriyet

16 Aralık 2013 Pazartesi

Ne Çektin Be Kara Kartal

     Ne derler? "Gün geçmiyor ki yeni bir skandalla karşınıza çıkmayalım sayın seyirciler!" Durum tam da bu. Bu ülkede sular sanırım hiç durulmayacak. Şampiyon olan federasyona rağmen şampiyon olur, olamayan hakemler yüzünden olamamıştır. Biri çıkar "Federasyon it gibi karar verdi." der. Velhasıl bu ülke normal bir ülke değil. Şaşırmalı mıyız olanlara onu da bilmiyorum. Dün akşam Beşiktaş maçında olanların akla mantığa uyan bir tarafı var mı hiç bilmiyorum! Bülent Ersoy'un şarkı söyleyerek bayılması da akla mantığa uygun değil ama oluyor işte...

     Beşiktaş'ın üzerine bu kara bulutların neden çöktüğü hakkında eminim Beşiktaşlı taraftarların komplo teorileri vardır. Bunun en bilindik olanı Gezi olaylarında Çarşı grubunun tam destek vererek en ön saflarda yer alması. Buna karşılık da siyasi iktidarın Beşiktaş'ı cezalandırarak kulüp ile Çarşı'nın arasını açmak istemesi. Ben tabi burada bu komplo teorilerine girmeyeceğim. 

     İki inanılmaz olay yaşandı maçta. Birincisi 30. dakikada Ryan Donk'un eline aldığı topu ceza sahası içinde Almeida'nın önünde kalan topa atarak pozisyonu engellemesi. İlk anda "futbol tarihinde ilk defa örneği yok" şeklinde açıklamalar gelse de aslında kural direkt TFF 2013-2014 Oyun Kuralları Kitabı'nda belirtilmiş. Buna göre TFF 2013-2014 Oyun Kuralları Kitabı'nın 119. sayfasında "topu elle tutmak" başlıklı kuralda atılan bir cisim ile (ayakkabıl ve tekmelik vb) topa vurmak ihlal sayılır demektedir. Ve ihlalin cezası ise ihlalin olduğu bölgeden direkt serbest vuruş ya da penaltıdır. Ryan Donk'un müdahalesi de bunun birebir aynısıdır ve cezası penaltıdır. El ile kasten oynamanın cezası da bariz gol şansı haricinde sarı kart olduğundan Donk'a verilen kart da doğrudur. Dolayısıyla Beşiktaş'ın bariz penaltısı verilmemiştir. Ayrıca hakemin pozisyon yorumundan değil, penaltı ile oyun başlaması gerekirken hakem atışı ile başlatması sonucu yanlış kural uygulaması nedeni ile kural hatası meydana gelmiştir. Maçın tekrar oynatılması gerekmektedir. Bunun aksini söylemek ya da yapmak futbolun doğasına aykırıdır. Hatırlanırsa 8 Kasım 2003'te Fenerbahçe ile Çaykur Rizepor arasında oynanan maçın ikinci yarısında hakem Ali Aydın Çaykur Rize'li Victoria'ya ikinci sarı kartı göstermesine karşın kırmızı kartı göstermeyerek oyundan atmamış ve maç tekrar edilmişti. Dün yaşanan da aynen bunun gibi bir kural hatasıdır. Donk'un elle topa müdahalesini gören hakem Barış Şimşek penaltı vermesi gerekirken oyunu durdurarak hakem atışı ile devam ettirdi. 



    İkinci olay ise Fernandes saldırısı. Büyük tepkiler veriyoruz. Ama tepkileri doğru yere yöneltmiyoruz. Şimdi saha kenarında tel yoksa bir insanın atlayıp sahaya inmesi normal mi? Evet. Futbolun beşiği Avrupa'da da örneği var mı? Evet. Ama burada asıl isyan edilmesi gereken bu adam yaklaşık 30 metre koştu ve en son Fernandes'e saldırdı. Fernandes'e saldırana kadar da arkasında bir tane ne özel güvenlik ne de polis var! İşte budur isyan edilmesi gereken. Beşiktaş-Galatasaray maçında yüzlerce taraftar sahaya indi diye statlarda özel güvenlik yerine polis olacak denmedi mi? Nerede bu polis? Ne için var? Fernandes dün akşam bıçaklansa idi o adamın hayatı, bu ülkenin dünyada itibarı kalır mıydı? Bu olay ok büyük bir olay ne tarafından bakılırsa bakılsın. O adam Fernandes'e ulaşana kadar güvenlik güçlerinin yetişmesi gerekirdi. 


     Olayın devamı da hiç iç açıcı değil. Motta ve Almeida'ya kızabiliriz. Onlar örnek insan ve sporcular. Ancak maçın gidişatı fiziksel yorgunluk ve beyne giden oksijen oranı (şaka değil) an itibariyle düşünüldüğünde futbolcunun doğru düşünememesini de normal karşılamak gerekir. Kaldı ki az rastlanan ve ahlaksız bir saldırı var ortada. Ancak bu tabi eylemin cezasını ortadan kaldırır mı? Hayır! Daha önce Hollanda'da Ajax-Alkmaar maçında Alkmaar kalecisine yapılan saldırı sonucu kaleci Esteban kendisine saldıran seyirciyi tekmelemiş ve kırmızı kart görmüştü. Bunun sonucunda Alkmaar teknik direktörü takımı sahadan çekmiş ve maç tatil edilmişti. Daha sonra Hollanda Futbol Federasyonu verilen cezayı kaldırmıştı. Ancak burada Fernandes kendisini korumak için kişiyi tekmelemiyor. Tekmeleyenler, Almeida ve Motta. Ayrıca saldırgan Kasımpaşa futbolcuları tarafından etkisiz hale getirilmişken. Kural açık. Yine TFF 2013-2014 Oyun Kuralları Kitabı'nın 38. sayfasının "Disiplin Cezaları" başlıklı kuralda "Bir oyuncu oyun içinde veya dışında rakibe, takım arkadaşına, hakeme, yan hakeme karşı ihtar veya ihraç gerektiren bir ihlal yaparsa ihlalin şekline göre cezalandırılır." demektedir. Yani cezası kırmızı kart. 


     Peki gelelim maçın tekrar edilmesi ihtimalinde kartların akıbetine. İşte bu en çok tartışılacak konu. Sportmenlik dışı hareket sonucu ihraç edilen bir oyuncu başka sebeplerle maç tekrar edildiği için tekrar sahada olabilir mi? Sahada olsa bile bu durum futbolda cezalandırmanın amacına ne kadar uygun olur. En büyük kıyamet sanırım burada kopacak. Hakemlerden açıklamalar yağacağına eminim. 

     Son olarak, Futbol bazen ölüm-kalım meselesi olarak algılansa da aslında bir spor dalıdır. Spor insanları, öncelikle çocuk ve gençleri sağlıklı bir yaşama sevk eder. Takım olmayı ve arkadaşlığı öğretir. Her yönüyle sosyal bir eylemdir spor ve temiz kalması gerekir. 4 farklı yerde hangi amaçla orada bulunduğu belli olmayan adamları sadece statlardan uzaklaştırarak sorunlar çözülmez. Bu adamın sadece neden sahaya girdiği değil, kimin ona bunu yaptırdığı da sorgulanmadıkça futbol üzerinden karanlık elleri çekemezsiniz...

14 Aralık 2013 Cumartesi

Mahşerin 4 Golcüsü

     Bu maçın aslında Fenerbahçe için kolay geçeceğini hepimiz biliyorduk. Akhisar her ne kadar 4 büyüklere kafa tutan bir takım olsa da deplasmanda 14 maçta gol dahi atamamış bir takımdan bahsediyoruz. Fenerbahçe'nin evindeki üstünlüğünü de göze alırsak iddaa oynayan arkadaşların handikap 1 oynadıklarına eminim. Bunun üzerine bu sezon üstün bir performans gösteren Bilal'in oyundan alınışı Akhisar'ı zaten en başta mağlup ilan etmeye yeterdi. Ne var ki hiçbir maç oynanmadan kazanılmaz. Fenerbahçe tarihi maalesef böyle maçlarla dolu. O yüzden Ersun Yanal'ın maç sonunda "Şampiyonluğun böyle maçlardan geçtiğini ben ve oyuncularım çok iyi biliyoruz." demesi gerçekten çok önemli.


     Maça gelecek olursak Fenerbahçe'nin alışılmış kadrosunda sadece Caner yoktu diyebiliriz. Onun dışında Meireles ve Emre'den bu sezon Fenerbahçe zaten tam anlamıyla verim alamadı. Ancak elbette bu gibi oyuncuların kulübede olması dahi çok önemli. Ayrıca Ersun Yanal'ın artık Meireles takıntısının da son bulmasını ümit ediyorum. Meireles oynarsa Christian'ın tribüne çıkması gerekir. Bu düzende de Meireles Alper Potuk'un bölgesinde, Alper de Christian'ın bölgesinde oynamak zorunda kalıyor. Ancak Alper her ne kadar da istekli, yıpratıcı ve dikine oynasa da bir Christian değil. Forvet arkasında kesinlikle oyun kuran değil ama oyunu yönlendirebilen ve "servis" yapabilen bir oyuncu şart. Bunu da Christian sağlar. Emre de bu bölgede oynayabilir ama rakip defansın arasında kaybolabilir. Bu ikisini bir kapta eritirseniz zaten ortaya Alex çıkıyor. Ve Fenerbahçe'nin aldığı skorlara bakarsanız Christian'ın oynağı maçlarda Fenerbahçe önde daha fazla baskı kurup maçı daha erken koparabiliyor. 

     15 maçta alınan 12 galibiyetin en önemli unsuru Fenerbahe'nin sürekli önde basıp top kaybına sebebiyet vermesi. Ayağa pasla oyun kuramayan rakip topu ileri gönderiyor ve burada da Mehmet Topal, Alves ve Egemen triosu bu topları tekrar Fenerbahçe atağına çeviriyor. Aslında çok mantıklı ve akla yatan bir taktik ama baskıya alışık ve daha iyi ayağa pas yapan Avrupa takımları karşısında nasıl bir çare bulunur bilinmez. Daha iki sene var dediniz değil mi? Duydum. 

     Kaleye giden topu engelleyen her el pozisyonu sarı kartla sonuçlanmaz. Kasti ise sarı ya da kırmızı da olabilir. Ancak kasti değilse penaltıyı verir geçersiniz. Ben şahsen Sonko adına çok üzgünüm. Bu maçı böyle terk etmemeliydi. 

     Hasan Ali Kaldırım her zaman dediğim gibi Fenerbahçe'ye bir menajerlik faaliyetiyle satıldığına inandığım oyuncudur. Fikrim ise hâlâ aynı. Yıllardır ofansif beklere alışmış Fenerbahçe'de böylesine atağa çıkmaya korkan bir sol bek ben hatırlamıyorum. 

     Bu maçı bir ölçü olarak kabul etmiyorum. Kötü ve eksik bir Akhisar karşısında kırmızı karttan sonra gelen gol ve ardından iyice demoralize olan oyunculara karşı 4 forvet oyuncusuyla 4-0'a giden bir skor var elimizde. Ama önümüzdeki hafta çıkışını sürdürmek isteyen Karabükspor maçı bence bu kadar kolay olmayacak. Karabük 8 haftadır maç kaybetmedi. Bir inanç ve beraberlik örneği gösteriyorlar. Tolunay Kafkas eminim ki bu maça 8 maçlık çıkışın  son noktası olarak bakıyor ve takımı çok özel hazırlayacaktır bu maça. Caner'in dönmesi güzel. Ancak Alper'in bu gösterdiği performansla sahada olması zor. 


     Emenike, Kuyt, Webo, Sow... muhteşem bir uyum ve toplam 27 gol. Şu an TFF Süper Lig'de 27'yi geçen tek takım 28 ile Kasımpaşa. Geri kalan 16 takımından daha fazla gol atan bir 4'lü. Özellikle Güiza faciasından sonra Fenerbahçe forveti altın yıllarını yaşıyor. Ancak tekrar söylüyorum. Emenike hala cesur bir futbolcu değil. Son vuruşlarında kaleyi hissedemiyor. Kaleye bakarken çok vakit kaybediyor. Kısa mesafede top süremiyor. Siz bakmayın o yüzden neredeyse karşı karşıya kalacağı pozisyonda Kuyt'a pas verdi. Onu da beceremedi. Attığı golde de zaten kale neredeyse boş ve yaptığı vuruş ustaca değil.

     Ersun Yanal takımın ruhunun bozulmasından çok korkuyor. Kesinlikle transfer düşünmemek bir yana, takıma alt yapıdan ve A2'den oyuncu bile almamak için dün 7 değil 6 yedekle çıktı maça. Maç sonunda da "Bana bu kadar yeterli kesinlikle A2'den ya da altyapıdan oyuncu almayı düşünmüyorum!" dedi. Tabi bu ne kadar doğru bu da ayrı. O zaman o 18 yaş altı umut dolu yetenekler kendilerine yeni takım aramak zorunda kalacaklar. Aykut Kocaman Salih gibi bir yeteneği armağan etti Türk futboluna. Kalsa 2 futbolcu daha geliyordu ama Ersun hoca onları kiraladı. Bu takımın bugünlere olduğu kadar yarınlara da ihtiyacı var. Bunu da unutmamak gerek...

25 Kasım 2013 Pazartesi

90 +4 Deplasman

     Fenerbahçe bu sene şampiyonluğun en büyük adayı ve eğer şampiyon olursa kuşkusuz en çok bu 90+'da attığı goller tartışılacak. Daha 12 hafta geride kalmışken Fenerbahçe tam 8 puanı bu son dakika golleri ile kurtardı. Eğer kurtaramasaydı şu an Kasımpaşa 28 puanla lider, Fenerbahçe ise 23 puanla 2. sırada yer alacaktı. Tarihinde ilk defa bu kadar iyi bir çıkış yakalayan Kasımpaşa eminim Fenerbahçe ile aynı sezon bu çıkışı yakaladığı için çok üzülüyordur. Şöyle bir son 5 yılın 12. hafta tablolarına bakacak olursak Fenerbahçe;

2012-2013 sezonunun 12. haftasında 5 galibiyet ve 5 beraberlikle 20 puanda 4. sırada  (Şamp. Galatasaray)
2011-2012 sezonunun 12. haftasında 7 galibiyet ve 4 beraberlikle 25 puanda 1. sırada  (Şamp.Galatasaray)
2010-2011 sezonunun 12. haftasında 6 galibiyet ve 3 beraberlikle 21 puanda 5. sırada  (Şamp. Fenerbahçe)
2009-2010 sezonunun 12. haftasında 10 galibiyet ve 1 beraberlikle 31 puanda 1. sırada ( Şamp. Bursaspor)
2008-2009 sezonunun 12. haftasında 6 galibiyet ve 2 beraberlikle 20 puanda ve 6. sırada (Şamp. Beşiktaş)

Görüldüğü gibi Fenerbahçe bu performansı en son Christoph Daum'un çalıştırdığı 2009-2010 sezonunda yakalamış. Ancak 2009-2010 sezonunda 12. haftadan sonra Fenerbahçe sırasıyla Beşiktaş'a, Kasımpaşa'ya ve Eskişehirspor'a yenilmiş ve evinde Kasımpaşa'dan 3 gol olmak üzere toplamda bu maçlarda 8 gol yemiştir. 12. haftaya gele kadar deplasmanda Gaziantep'e yenilmiş ve yine deplasmanda Kayserispor ile berabere kalmıştır. Aslında şu durumda ilk söylenecek şey Fenerbahçe bu performansı daha önce de yakalamış ancak şampiyonluğu Bursa'ya kaptırmıştı. Bundaki en büyük etken ise evinde kaybettiği Kasımpaşa ve Bursaspor maçlarının dışında klasik deplasman fobisi idi. Fenerbahçe o sezon deplasmanda tam 21 puan kaybetmişti. İşte asıl kilit nokta burası. Deplasmanda Konya mağlubiyeti ile sezona başlayıp ikinci deplasman maçında Webo'nun 90+4'teki golü ile Kasımpaşa karşısında 3 puanı aldıktan sonra Ersun Yanal "Deplasman fobisi bitti" demişti. İşte bu 90+'lardaki gollerin tamamı bu sezon deplasman maçlarında geldi. Kasımpaşa, Erciyes, Bursa ve Antalya. Yani aslında önemli olan Fenerbahçe'nin 90+'larda gol atarak maç kazanması da değil, bu gollerin deplasmanda atılması. Fenerbahçe'yi şampiyon yapacak olan da Saraçoğlu'nda bacakları titreyerek maça çıkan Anadolu kulüpleri ya da Galatasaray'a karşı maç kazanması değil, deplasmanda gösterdiği bu azmidir. 


     Maç ve oyuncu tercihle ile ilgili söylenecek çok fazla birşey yok. Mehmet Topal'ın yokluğunda Selçuk Şahin yerine Emre'nin ön libero olarak kullanılması muhteşem. Antalya zaten Fenerbahçe 1. bölgede baskı uyguladığında ne ayağa pas yaparak çıkabildi ne de uzun topları alabildi. Topla oynama yüzdelerine baktığınızda %63-37 gibi ciddi bir fark var. Bu yüzden Emre her ne kadar iki stoper arasında gömülü kalmış gibi görünse de deplasmanda özellikle topla geride ayağa ve isabetli pas yaparak çıkmak, ya da çıkarken top kaptırıp kontra yememek için iyi bir tercihti. Emenike tam bir back-up. Kulübeden gelip yorgun defanslar karşısında efsaneler yaratır. Ersun Yanal onu çok iyi kullanıyor. Bu gidişle Fenerbahçe Beşikaş virajını da aşarsa şampiyonluğa çok yaklaşır. Beşiktaş'la arasında asgari 10 puan olacak. Galatasaray haftaya Kasımpaşa'ya gidiyor. Zor bir deplasman. Ben beraberlik bekliyorum. Puan farkı 11'e çıkabilir. Bu disiplini de kaybetmezse buradan şampiyonluğu vermez Fenerbahçe.

10 Kasım 2013 Pazar

Klasik Kadıköy Gecesi

     Fenerbahçe'yi Kadıköy'de en son 22 Aralık 1999'da yendikten sonra 14 yılda 18 resmi karşılaşmada Galatasaray bir daha galip gelemedi. Son maç da dahil. Aslına bakılırsa Galatasaray galibiyete en çok Fatih Terim yönetiminde 2011-2012 sezonunda yaklaşmıştı. 2-2 biten maçın son saniyesinde Milan Baros'un vuruşunda direkte patlayan topu herkes bilir. Ardından play-off'un final maçında alınan 0-0'lık bir beraberlik ve şampiyonluk vardı. Artık Galatasaray psikolojik üstünlüğü kazandığını iddia ediyordu. Sezon başında ise tekrar Galatasaray favori idi. Ancak önce Fatih Terim'in gidişi, ardından Mancini ile henüz sistemin oturamaması ve kötü futbol bir yana bu arada da Fenerbahçe'nin de şu anki dinamik futbolu tekrar Fenerbahçe'yi favori konumuna getirdi. Benim öngörüm özellikle Kopenhag maçından sonra Mancini'nin bu maçı kazanmak istiyorsa Sneijder'in yokluğunda sahaya 4-4-2 dizilişiyle çıkması gerektiğiydi. Çünkü Kopenhag maçında bu dizilişle takım gayet iyi giderken bir anda 4-2-3-1'e dönerek takımın mağlubiyetinde önemli rol oynamıştı ve çok eleştirilmişti. 


     Mancini bu maçta tercihleriyle herkesi şaşırttı. Öncelikle kadro yapısı resimdeki gibi olmakla birlikte diziliş pek öyle değil. 4-2-3-1 bekliyordu herkes ama Mancini savunmada 4-5-1, hücümda da 4-3-3 sistemi ile sahaya sürdü takımını. 4-2-3-1'de forvet arkası oyunu yönlendirecek pasör oyuncu olarak Sneijder'in yokluğunda ben de dahil birçok kesim onun yerine Selçuk'un o bölgede oynaması gerektiğini söyledik. Ancak Kopenhag maçında Selçuk'un bu bölgede başarısızlığı ve rakip defansın içinde kaybolması nedeniyle bu defa Mancini orta sahanın ortasını 3 kişiden kurdu ve Ceyhun'u ön liberoda oynatarak Selçuk ve Melo'yu yan yana oynattı. Bu şekilde Selçuk'un ceza yayı üzerinde rakip defansın içinde kaybolmasını engellemek istedi belki. Sol bekte ise akıl almaz şekilde yine Danny'yi tercih etti. Modern futbolda eğer atak ve baskılı futbol oynamak istiyorsanız bekleriniz atağa katılmak zorunda. Danny belki Anadolu takımları ile oynanan maçlarda sırıtmayabilir ama Fenerbahçe ile oynuyorsanız ciddi bir eksikliktir. 


     İşin Fenerbahçe yanı ise Galatasaray kadar komplike değil. Fenerbahçe her zamanki düzeninde çıktı sahaya. Sakatlığı iyileşen Meireles fizik kondisyonu ve maç eksiği nedeniyle kadroya alınmadı. Alper'in de cezalı olması nedeniyle böyle bir orta saha çıktı ortaya. Maç başladığında Fenerbahçe hiç de Beşiktaş'ın 7 puan, Galatasaray'ın da 6 puan önündeymiş gibi oynamadı. Klasik bir Kadıköy derbisi olarak baskılı başladı maça. Galatasaray ise geçen haftaki yazımda belirttiğim ve beklediğim gibi sahasında bekleyerek başladı. Savunmayı önde kurdu, stoperlere fazla baskı uygulamadı ve alan daralttı. Fenerbahçe'yi 30-40 metre içerisinde oynamaya zorladı. Bu mantıklıydı. Çünkü özellikle kanat organizasyonlarında Fenerbahçe çok etkili ve Galatasaray'ın kanatlardan çok gol yediği de bir gerçek. Nitekim 2. gol de kanat atağı olmasa da bir kenar topuydu. Fenerbahçe'nin iki şansı vardı. Ya savunma arkasına havadan oynayacaktı -ki bunun için doğru tercih olan Emenike kulübedeydi- , ya da bekleyip sabırla oynayarak hata kovalayacaktı. Ve Fenerbahçe ikincisini tercih etti. Ancak dar alanda topu ileri sürükleyecek oyuncu Alper cezalı, Holmen de yabancı sınırına takıldığından Fenerbahçe de ilk 20 dakika kayda değer bir pozisyon yakalayamadı. Ancak 23. dakikada Chedjou'nun topa elle müdahalesi Mancini'nin planlarını alt üst etti. Ancak bu plan benim de beklediğim bekle-durdur-vur planı değildi. Mancini belli ki Kadıköy'e beraberlik için gelmiş. Bekleyip durduracak, eğer hasbel kader pozisyon yakalarsa gol atacak. Golden sonra dahi Galatasaray beklemeye devam etti. Hücuma kalkmaya çalıştığında da orta sahanın yeterizliği, Burak'ın sol kanattaki etkisizliği ve Danny'nin de destek vermemesi sebebiyle bir türlü pozisyona giremedi. Bunun için önce Ceyhun'u aldı oyundan. Ben 4-4-2 beklerken Melo Ceyhun'un pozisyonunu, Engin Baytar da Melo'nun pozisyonunu aldı. Engin kim ne derse desin bir kanat oyuncusu. Göbekte oynayabilmek için yeterli yaratıcılık özelliği yok. Sonra Aydın ve ardından Umut girdi oyuna. En son 4-2-4'e döndü sistem. Geleli 1 ay olmuşken bir takımın yürüyen askamıyla bu kadar oynamak bence fazla. 

     Fenerbahçe bu maçı sadece arzusuyla, rakibe basarak, koşarak kazandı. Vasat'ın üzerinde bir futbol sergilemedi. Bir de Emenike parantezi açayım hemen. Ersun Yanal Galatasaray'ın sahaya kazanmak için çıkacağını, öne doğru oynayacağını düşündü sanırım herkes gibi. O yüzden Galatasaray ataklarına karşı topu rakip sahada aklayabilmek için önde bu işi iyi yapan Webo'yu tercih etti. Galatasaray'ın savunmayı önde kurup alan daraltacağını düşünseydi eminim ki Emenike oynardı. Ama ben olsam bu kumarı oynar ve Emenike ile başlardım. Emenike ise kaprisli bir futbolcu. Bu akşam da bunu gördük. Kulübede belli oluyordu. Ama oyuna girdikten sonra hele ki bir de santrfor yerine sağ açıkta oynamak zorunda kalınca iyice isteksizleşti. Hatta Ersun Yanal'ın Emenike'ye nasıl bağırdığını da hepimiz gördük. Ama Emenike bunu yapmamalı. Türkiye'nin en büyük kulüplerinden birinde oynuyor. Henüz bir efsane olmadı Fenerbahçe için. Dünya çapında klas bir oyuncu da değil. Sezonda en fazla attığı gol 16. Gerekiyorsa elbette kulübede bekleyecek. 

     Son olarak da hakeme değinmeden edemiyorum. Kart göstermekten kaçınması bence doğru değil. Özellikle derbi maçlarında tansiyonu yükseltmemek ve oyunun kontrolünü daha da kaybetmemek için böyle bir tercihte bulundu sanırım. Ama bence doğru değildi. Ki bu durum, Ersun Yanal'ın faullü futbol felsefesine de inanılmaz uyuyordu. Kaldı ki neredeyse 3-4 tane sarı kart atlandı. Şunu da unutmamak lazım bunlar maçtan önce konuşulur. Maçın hakemi belli olduktan sonra o hakemin sarı-kırmızı kart standartları bilindiği için teknik direktörler "çok sert girmeyin çabuk kart çıkarır", ya da "sert girin, bu hakem fazla kart göstermez" derler. Ki ben Ersun Hoca'nın "sert futbol" istediğine de eminim bu gece. 


     Sonuç olarak futbol kalitesi düşük bir geceydi. Oyunun sürekli durduğu, konsantrasyonun kaybolduğu, pozisyonsuz bir derbi izledik. Fenerbahçe rahat bir şekilde yoluna devam ediyor. Ancak Mancini'nin kara kara düşünmesi gerek. Evet 9 puan kolay kapanır. Ancak Galatasaray'ın bu futboluyla değil. Derbi akıllarda futbol heyecanı ile kalmasa da, fair play ruhu ve futbolcuların centilmenlikleriyle, Saraçoğlu'ndan yükselen "İmparator Fatih Terim" göndermesiyle, Fenerbahçeli futbolcuların maç sonunda sahada toplanıp 55.000 kişi ile beraber tezahürat yapmasıyla akıllarda kalacak... 

6 Kasım 2013 Çarşamba

Şimdi Cimbom Düşünsün!

Bir önceki Şampiyonlar Ligi haftasında Galatasaray için evinde Kopenhag galibiyeti olmazsa olmaz demiştik. Bunu iyi anlamıştı Galatasaray ve daha 1. dakikada başlayan mükemmel baskı ile rakibini sahasına gömmüş ve ilk yarıda maçı bitirecek skoru yakalamıştı. Ama aynı zamanda Kopenhag için de evindeki Galatasaray maçı olmazsa olmaz diyebileceğimiz türden bir maçtı. Ama Galatasaray bunun farkına varamadı. Kopenhag'ın yenilmesi demek grup sonunculuğu demekti. Diğer ve daha zor 2 maçı oynamasa da olurdu. Ancak bu maçı alırlarsa yarışın içinde olurlardı. Galatasaray da Kopenhag'ın bir rakip olarak  önüne çıkmaması için bu gece yenmek zorundaydı. Eğer böyle olsaydı şu an 7 puanda Juve ve Kopenhag'ın önünde olacak, kendi evinde Juve'nin karşısına beraberlik için çıkacaktı. Dün öyle bir maç vardı ki sanki kimse Galatasaray'lı oyunculara bu hesaptan bahsetmemişti. 


Mancini Sneijder'in yokluğunda takımı 4-4-2'ye çevirdi tekrardan. O bölgede oynayacak oyuncusu olmadığı için ya da Emre Çolak'tan ofansif orta saha olmayacağını anlaşıldığından olsa gerek Galatasaray'ın alışık olduğu düzene geçmek mantıklıydı. Ki Galatasaray maçın genelinde, pas, topa sahip olma ve baskı anlamında önde olan taraftı. Ama ne var ki gol bir türlü gelmedi. Hatta bana kalırsa Galatasaray ataklar gol getirecek cinsten ya da baskı yaratacak cinsten %100 diyebileceğimiz ataklar değildi. 

Yenilen gol kabul edilemez cinsten. Tamam Galatasaray'ın defansı sene başından beri alarm veriyor. Hatta son birkaç haftadır yani Mancini geldiğinden beri özellikle çığlık atıyor dikkat edin diye ama dönüp bakan yok! Şimdi anladığım kadarıyla Galatasaray top rakipteyken topun oynandığı bölgeye kümeleniyor. Yani alanı daraltırken bunu alan savunması ile yapmıyor. Bunu sanırım Barcelona yapardı. Çiçek taktiği diyorlar sanırım adına. Top kaybedildiğinde çiçek gibi merkeze doğru kapanan, topu kapında da kenarlara doğru açılan bir taktik anlayışıydı o. Yalnız top rakipteyken eğer merkeze doğru kapanıyorsanız kademe anlayışınızın çok iyi olması lazım. Bunu Galatasaray'ın en iyi uyguladığı maç Juventus'la deplasmanda oynanan maçtı. Juve'nin kanat ataklarında mesela sağ kanat atağında Ebue 3. bir stoper gibi ceza sahasına iniyor, kanattan gelen oyuncuyu ise Galatasaray'ın sağ kanat oyuncusu karşılıyordu. Böylece defansta bir kişi daha fazla mücadele ediyordu. Bu tabi yüksek düzeyde iyi bir rakibe karşı baskıyı kaldırabilmek için yapılan bir uygulama. Yoksa Galatasaray'ın bu kadar defansif oynaması tabi ki beklenemez. Ama dünkü maçta Galatasaraylı oyuncular rakibe doğru kümelenmişken Aydın'ın sol kanada vermediği destek sebebiyle geldi gol. Tabi aslında sadece Aydın'a bağlamak imkansız. 


Mesela yukarıdaki görüntüye bakarsanız Riera ve Braaten yan yana. Riera, Braaten'i takip ediyor. Braaten bir sonraki görüntüde arkasındaki futbolcuya topu verecek ve o da sağ kanata pas vererek gol pozisyonu hazırlanacak. 


1 ile işaretli oyuncu Aydın. Kesinlikle tam bir Leyla! Olmaması gereken yerde. Eğer kademeye girse idi bu gol bariz olmayacaktı. Üzerine bir de 2 ile işaretli oyuncular Riera ve Braaten. Braaten topu vermiş ceza sahasına koşuyor. Riera da kanadını boş görünce oraya koşmaya başlıyor. 


Bu da çok komik değil mi? Bu top üç savunma oyuncusunun önünden geçerek gol oluyor. Aslına bakılırsa Mancini'nin kademe anlayışını çok beğeniyorum. Semih, Chedjou ve Ebue üç stoper kalabalık olarak içeride. Bruma da gayet iyi yerde en arkada topun sekme ihtimaline karşın  orada. Ama işte her zaman sistem değil bazen de futbolcunun birşeyleri yapması gerekir. Bu top üç kişinin biden önünden geçmemeliydi.

Mancini'nin eleştirildiği başka bir nokta da dün akşam ikinci yarının 62. dakikasında Aydın-Ceyhun değişikliği oldu. Bu değişiklik takımı 4-2-3-1'e çevirdi tekrar. Burak2ı sola, Bruma'yı sağa ve Sulçuk'u forvet arkasına aldı. Aslına bakılırsa bana mantıklı geliyor. Haftalardır 4-2-3-1 ile kazanıyorsunuz. İlk yarı pozisyon bulsanız da 1-0 geride bitmiş. İkinci yarı hala gol yok. Ve Selçuk da forvet aqrkası pasör olabilecek nitelikte bir oyuncu. Ancak bunu çok eleştirdiler. Selçuk'un defans oyuncuları arasında sıkışıp kaldığından rahat pas veremediğini ve oyunu geriden yönetmesi gerektiğini söylediler. Bu da bir görüş. 15 dakika sonra 76. dakikada gelen Semih Kaya-Umut Bulut değişikliği ise Selçuk'a "pardon" demenin bir başka şekliydi. Bu defa Selçuk eski yerine geldi. Umut ve Burat kanatlarda, Bruma ise ortalarında kaldı. Bu da tabi ne kadar doğru bilmiyorum. Mancini, Bruma'yı pasörden çok ikinci forvet olarak da düşünmüş olabilir. Ancak 85. dakikada Burak-Amrabat değişikliği tüm takıma "pardon beyler!" demek gibiydi. Bu defa tekrar 4-4-2'ye döndü ve bu şekilde ilk yarıda iyi giden sisteme geri dönmek istedi. Geride Kopenhag'dan tehlike görmediği için bu tarz varyasyonlara zaman harcadı Mancini. Ama ne var ki olmadı. 


Bana kalırsa Juventus kendi sahasında Kopenhag'dan 3 puanı alır ve puanını 6'ya çıkarır. Real Madrid de evinde Galatasaray'ı yener ve liderliği garantiler. Ve Juventus İstanbul'a sadece yenilmemek için gelir. Ve bence de istediğini alır. Dolayısıyla Galatasaray dün sadece bir maç kaybetmedi, Şampiyonlar Ligi'nin de sonuna geldi. Tabi son maçını evinde oynayacak olan Kopenhag, liderliği garantilemiş Madrid karşısında sürpriz yaparsa, artık gerisini Cimbom düşünsün...







2 Kasım 2013 Cumartesi

Aydınlık Günler Mi, Yıldırım Geceler Mi?

     En sonunda kongre günü geldi çattı. 3 Temmuz süreci ile başlayan "Aziz Yıldırım koltuğundan olur mu?" sorusu yarın yanıtlanacak. Çok garip bir başkanlık yarışı. Biri şike yapmakla suçlandı, diğeri TFF başkanıydı ve Fenerbahçeli olmayanlar tarafından Fenerbahçe'yi kayırmakla, Fenerbahçeliler tarafından Fenerbahçe'ye ihanetle suçlandı. Gazeteci değiliz. Birçok şeyi bilmiyoruz. Ama biraz beyin jimnastiği yapalım ve geçmişe doğru yol alalım...

     Mahmut Özgener 29.06.2011 günü başkanlığı bırakmış ve 3 gün sonra Mehmet Ali Aydınlar Başkanlık koltuğuna oturmuştu. Ve birden bire şike soruşturması başlamıştı... Mehmet Ali Aydınlar hep başkanlığının 3. günü sabahı böyle bir kaos ile uyanmanın vahametini yaşadığını anlattı bizlere. Peki Mahmut Özgener neden koltuğunu bıraktı? O süreçte bunlar soruldu. Soruşturmadan haberi vardı denildi ama o hiçbir açıklama yapmadı ve uzak kaldı. Bakalım Mahmut Özgener son konuşmasında neler söylemiş:

"Futbol, dünyanın en dürüst olgularından biri…
Saha dışında herkesi kandırabilir, herkesi aldatabilirsiniz…


Görev dönemimiz boyunca, bu kuralları hiçe sayanları da gördük. Özellikle bazı yöneticilerimizin kişisel hırslarını öne çıkararak görev yapmaya çalıştıklarını gözlemledik. Bu yöneticilerin sayısı çok az… Maalesef olduklarından daha büyük görünüyorlar.

Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı olarak 2008'den bu yana sürdürdüğüm bu onurlu görevi sonlandırmaya karar vermiş bulunuyorum.
Bu kararı almamın arkasında iki temel neden yer alıyor.
Bunlardan biri, yaşadığım yer ile görev makamım arasındaki zorunlu uzaklık ve bunun aile yaşantıma yapmış olduğu olumsuz etkilerdir.
Diğeri ise; geçen süre zarfında yaşadıklarımla tespit ettiğim, sistemin içerisine yerleşmiş, kişisel hırs ve egoları ile Türk Futbolunu perde arkasından yönetme hevesine sahip, hegemonya kurma hayali taşıyan zaaf sahibi kişiliklerdir."

Yani aslında gördüğünüz gibi Mahmut Özgener sinyali burada bize vermiş. Konuşmanın tam metni TFF sitesinde http://www.tff.org/default.aspx?pageID=285&ftxtID=12814 
Mahmut Özgener'in soruşturmadan haberi olduğu için çekildiği hep söylendi. Ancak kendisine ait Ömer Temelli ve Aziz Yıldırım'la yapılan telefon konuşmalarının tapeleri de ortaya çıkmış hatta basına konu olmuştu. Olgun Peker'in lisanssız menajerlik yapmasına göz yumduğu, hakem atamalarında Aziz Yıldırım'ın talimatları doğrultusunda karar verdiği iddiaları vardı. Peki neden yargılanmadı? Bunu bilmiyoruz. Yani o kadarını siz düşünün. 

     Şimdi gelelim Mahmut Özgener'den sonra koltuğu devralan Mehmet Ali Aydınlar'a. Mahmut Özgener'in 3,5 yıllık görev süresince yönetim kurulundaydı. En sonunda başkan seçildi. Buraya dikkat edin. Federasyon Başkanlığında gizli bir teamül var. Her başkandan sonra başkan tekrar seçiliyorsa eğer yerine eski başkanın vekilliğini üstlenen iki kişiden biri geçiyor. Köklü değişiklikler olmazsa böyle. Levent Bıçakçı- Hasan Doğan, Hasan Doğan - Mahmut Özgener, Mahmut Özgener - Lütfi Arıboğan (!!!) değil Mehmet Ali aydınlar! Yani bunun bir örneği yok. Ya iki farklı gruptan biri kazanacak ve bu şekilde teamül bozulacak, ya da sürekli her başkanın yerine vekili geçecek. Ancak Mehmet Ali Aydınlar Mahmut Özgener'in başkan vekili değil, yönetim kurulundaydı. Mahmut Özgener'in vekilleri Lütfi Arıboğan ve Servet Yardımcı idi. İkisinin de Mehmet Ali Aydınlar dönemi ile vekillik sıfatları alındı. M. A. Aydınlar'dan sonra gelen ikinci isim Göksel Gümüşdağ olmuştu. Hatırlarsanız İBB'nin başkanı ve Başbakan'a olan yakınlığı ile biliniyor. 

     Sadece beyin jimnastiği yapmaya çalışıyorum. Bu şike sürecinde belki de özellikle koltukta bir Fenerbahçeli'nin olmasını istediler. Lütfi Arıboğan Galatasaray'lı. Yaptığı her işte attığı her adımda tüm Fenerbahçeliler onu suçlayacaktı. Bu çok açık. Fenerbahçeliler her zaman Galatasaraylı bir TFF başkanının kini ve nefreti yüzünden Avrupa'ya gidemediklerini söyleyecek ve asla tatmin olmayacaklardı. Ancak bir Fenerbahçeli başkan ile işler değişebilirdi. Süreç daha hafif atlatılabilir, şike yapıldığı kabullenilebilir, Aziz Yıldırım sevgisi ve başkanlığı ve hegemonyası böylece son bulabilirdi. Bu yıpranma payının karşılığı ise belki de Fenerbahçe Başkanlığı idi. Yıllardır yöneticilik yapan M. A. Aydınlar elbette ki bu koltuğu istiyordu. Yaptığı hizmetlerin karşılığı olarak şimdi de ona bu koltuk verilecekti. Ya da Aydınlar bir piyondu. Yapması gerekenleri yaptı ve şimdi de mükafatını alıyor. Ya da hiçbirşeyden habersiz bir şekilde yönetti bu süreci ve şimdi de kader ağlarını oldu. Aziz Yıldırım'a savaş açtı. Fenerbahçe'yi aydınlık günlere taşımaya çalışıyor. Bilemiyoruz.


     Bu söylediklerim de asla Aziz Yıldırım'a destek olarak görülmesin. Ben okudum o tapeleri. Aziz Yıldırım her ne kadar da savunmalardan oluşan kitapçık bastırmış olsa da klasör klasör tapeleri ben de gördüm. Onlarca insan yargılandı o salonda. Herkes vardı. Hemen hemen her gün gittim ben de. Herkes aslında bir utanç tablosunun renkleriydi sanki. Aziz Yıldırım'ın ve diğer başkanların aralarındaki milyon dolarlık iş ilişkilerine şahit oldum orada. Kendilerine menajer diyen "komisyoncu"yu aşamayan insanların futbolcu transferinden milyonlar vurduğunu gördüm. Futbolcu transferlerinin ihtiyaç nedeniyle değil de bazen de "ne verelim abime! şeklinde yapıldığını gördüm. Herkesin bu işe bulaştığını gördüm. Ve hatta futbolda ve futbol camiasında en son gelen en değersiz şeyin "futbolcu" olduğunu gördüm. 

     Bu seçim, aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyıktan öte değildir. Ancak bu her kulüp için de böyledir. Başkan sıfatıyla ilk yıllarında çok beğendiğim ancak II. Aziz Yıldırım olacağını düşündüğüm Ünal Aysal'ın da bundan farksız olduğunu düşünüyorum. Sanayileşen futbolda rant ve para var... Küçük insanların hayal edemeyeceği kadar!

Leyla Muslera!

     Galatasaray'ın kazanacağını geçen hafta söylemiştim. Ama bu kadar şaşırtacağını düşünmüyordum. Kopenhagen maçı da dahil son üç maçta hemen hemen aynı kadro ile sahaya çıkan takımın her üç maçta da farklı kimlikler ortaya koyması, birinde maçı daha ilk yarıda koparması, diğerinde 2-0'ı koruyamayıp 2 dakikada Anadolu takımı gibi 2 gol yemesi ve 74. dakikaya kadar süren bir endişe, sonunda da 90. dakikaya kadar ne olacağını bilemediğimiz bir maç. Galatasaray iyi oynar, kötü oynar o ayrı! Ama her maçta bu kadar farklı kimlikler ortaya koyması bir yere geldiğinde puan kaybına sebep olur. Ki önümüzdeki hafta Saraçoğlu'na çıkacak. 


     Galatasaray son üç haftadır bu kadroyu ve 4-2-3-1 dizilişini kullanıyor. Defans kurgusundaki farklılıklar haricinde kadro aynı. Aslında iyi de bir sistem. Ama bu sistemde Bruma'ya yer yok. Oysa ki böyle bir sistemde özellikle Bruma gibi bir oyuncunun banko oynaması gerekir. Tabi burada Bruma'nın takım defansına yapacağı ya da yapmayacağı katkıdan bahsedilebilir. Ya da Umut'un golcülüğünden. Ama ne olursa olsun Bruma her zaman 11'de görmek istediğim bir oyuncu. Ayrıca şunu da hep söyledim. Galatasaray'ın kadrosu kısıtlı. Kadro derinliği yok. Özellikle orta sahada rotasyon yapmak çok güç. Sneijder sakatlandı ve bildiğim kadarıyla uzun süre yok. En az 1 ayı Galatasaray bu bölgede Emre Çolak'ı oynatarak mı geçirecek? Ve Emre Çolak kimdir? Bir sol kanat oyuncusu olarak forvet arkası oyun kurusu ve pasör görevlerini gerçekleştirebilecek yetenekte ve olgunlukta da değil. Yani Emre'nin bir pasör kumaşı yok. Salih Uçan 18 yaşında da 35 yaşında da o görevi yapar; ama Emre Çolak sol kanat oyuncusu. Peki Selçuk neden forvet arkası pasör ya da oyun kurucu görevini üstlenemiyor? Sneijder ve Drogba'sız şampiyon oldu Galatasaray. Ve takımı Selçuk yönetti. Şimdi de bunu gayet yapabilir. Belki Mancini Selçuk'u önde oynatıp arkasında Ceyhun Gülselam'ı oynatsa daha defansif bir orta saha kurgusu olacağından eterli baskıyı kuramamaktan çekinmiş olabilir. Peki değişen birşey oldu mu? Hayır! Bence Sneijder yoksa o görevi Selçuk üstlenmeli. Galatasaray'da bunun başka alternatifi yok. 

     Konyaspor'un teknik direktörü eski bir Galatasaray'lı Uğur Tütüneker. Galatasaray'da 10 yıl futbol oynamış kalbi onunla çarpan bir bir profesyonel. İyi analiz etmiş rakibini. "Ben Konya'yım yersem çıkaramam!" demedi Konya. Çok cesur olmayı geçin Galatasaray'a daha oyuna başlarken baskı yaptılar. Özellikle Semih, Chedjou ve kaleci Muslera'ya. Ki Muslera'ya da ayrı bir parantez açacağım. Yapılan bu baskılar sonucunda önce gelen şey gol değildi. Önce Galatasaray durdu. Sonra oyunun hakimiyetini kaybetti. Özellikle önde gelen baskı ve ardından Galatasaraylı stoperler topu oyuna soktuğunda orta sahada topu sırtı dönük almaya çalışan tüm oyunculara bu baskının sürdürülmesi sonucunda da top kayıpları geldi. Ardından 16. dakikadaki gol. Çok daha fazlasını yiyebilirlerdi. Ama şans bazen yanınızda olmalı. Olduğu zaman yemiyorsunuz. Eğer Galatasaray 2'yi yeseydi emin olun bu maçta çıkarabileceği tek şey beraberlik olurdu onda da şüpheliyim. Çünkü Konya inanılmaz şekilde ayağa pas yaptı. Bütün oyuncular ne yaptığını çok iyi biliyordu. Herkes nerede olması gerektiğini çok iyi biliyordu. Ayağa pas yaparak hem oyunun kontrolünü ele aldılar hem de gerektiği anda tempoyu düşürebildiler. Bu oyun bana Galatasaray'ın kaybettiği Akhisar deplasmanını hatırlattı. O maçta da Akhisar aynı şekilde gerideki Galatasaray baskısına rağmen bilinçli ve ayağa paslarla bu baskıyı kırmıştı. Özellikle Konya'nın golü yediği dakikadan sonra ne olacağını çok merak etmiştim. İlk 5 dakika beklediğim gibi Galatasaray tempoyu artırdı, Konya da korktu ve gömüldü. Ancak daha sonra tekrar ayağa paslarla kendilerine geldiler. Tabi çok fazla alan buldular. Burak ve Umut biraz yalnız bıraktı savunmayı. Bunun da etkisi çok büyük. 

     Bir Drogba'ya sahip olmak sanki Range Rover'a sahip olmak gibi birşey sanırım. En kötü maçlarında bile sahnede. Ya gol atiyor, ya attırıyor ya serbest vuruş alıyor. Bunların hiçbirini yapmasa takımı ceza sahası önüne getirebiliyor sadece varlığıyla. Ve 90 dakika oynayan bu adam 35 yaşında öyle mi? İnanmıyorum. Bana, bizim ülkede sıkça görülen abisi ölünce kimliğini alan adamları hatırlatıyor!!! Burak ve Drogba'ya sahip olmak her zaman önemli. Burak için ne kadar şeyler söylense de işte sahneye çıkıveriyor bir anda. 


     Muslera'ya da ayrı bir parantez açalım. Büyük bir ihtimalle maçtan evvel bir arkadaşıyla ciddi bir iddiaya girdi. Hani Masserati'sine falan! İddia da büyük ihtimalle "Ben 45 dakika içerisinde 3 Konyalıya çalım atarım" şeklindeydi. Yoksa bunun izahı olamaz. Dünya çapında bir kaleciden akıl almaz ve sorumsuz hareketler görmek insanı şaşırtıyor. Tabi burası Türkiye. Öyle ya da böyle oynayacaksın. Barça'da iki hatalı golle silinen Rüştü değilsin ne de olsa! 


     Taraftarlar şimdi mutlu mesut ve kararlı bir şekilde Fenerbahçe maçını bekliyorlar. Psikolojik üstünlüğü aldık gün galibiyet günüdür falan diyorlar sanırım. Ama Galatasaray'ın yapması gereken "önce durdur, sonra vur" taktiğidir. Fenerbahçe evindeki maçı kazanmak isteyecek. Saldıran ve hızlı bir futbol anlayışı var Fenerbahçe'nin. Eğer Galatasaray Bruma'sız, Sneijder'in yerinde Emre Çolak ile ve takımın defans anlayışına hiçbir katkı sağlamayan Burak ve Umut ile bu maça çıkarsa, daha önce dediğim gibi Emenike fenomen olabilir. 

28 Ekim 2013 Pazartesi

Uyuyan Defansı Kim Öpecek?

     Dün akşamki maçın sadece skorunu görenler Galatasaray'ın ligin 5 puanla sonuncusu Kayserispor'u rahat geçtiğini düşünürler. Aslında evet 2 farklı üstünlük belki böyle gösterse de dünkü maç 3-3 bitse maçı izleyen kimse şaşırmazdı eminim ki. 


     Fatih Terim'in klasik 4-4-2 sistemi Sneijder'in gelişi ile değişmek zorunda kalıp tüm takımın oyun stili ve ruhu ortadan kaybolunca diğer sorunlarla beraber çok zor günler yaşadılar. Şimdi baktığımızda Mancini de, Avrupa'nın en çok tercih dilen oyun stilini tercih ediyor. 4-2-3-1 sisteminde Sneijder artık takımın vazgeçilmezi. Hatta öyle ki alternatifi de yok. Ancak tabi bilmek gerekir ki Galatasaray'daki kenar oyuncuları da Fenerbahçe'deki Kuyt Webo Sow üçlüsü gibi forvet oyuncuları. Bu da tabi ki takım defansında ciddi sorunlara gebe haline getiriyor takımı. Fenerbahçe'de Sow artık bunu öğrendi. Kuyt zaten bu anlamda defansa çok yardım eden bir oyuncu. Ancak Umut ve özellikle Burak bu anlamda çok eksik. Drogba Santrfor bölgesinde olmasına rağmen her ikisinden daha fazla geriye dönüp defansa yardımcı oluyor. Tabi Umut bu noktada eğitilebilir olsa da Burak'ın doğasında bu yok. Çünkü Burak etkinliğini zaten boşluklarda yakalayan, sürekli defansın arasına ya da arkasına atılan ani toplarla pozisyon bulan bir oyuncu. Yani siz aslında takımca defans yaparken Burak büyük ihtimalle ileride ani bir top kaybı ve defans arkasına pas bekleyecektir. Galatasaray yediği iki golü de bu bloklar arası mesafenin fazla olması nedeniyle yedi. Kanat bekleri ileride yakalandı ve kontra ataktan geldi goller. Tabi bunu da anlamıyorum. 2-0 önde olan bir Galatasaray nasıl bu kadar fazla kontra atak yiyebiliyor. Hele bir de 40. dakikadan sonra ve üst üste. Siz artık skoru almışsınız. Biraz daha sakin ve ayağa pas yapıp skoru tutmanız gerekir. 

     Hemen Chedjou'ya bir parantez açalım. Kusura bakmasın kimse ama boşa harcanmış bir 6 Milyon Euro. Chedjou'an 3 yaş daha büyük ve 5.5 Milyon Euro'ya alınmış Bruno Alves ile karşılaştırsın isteyenler. Şunu da unutmamak gerek bu 6 Milyon Euro Chedjou için verilmiş ilk bonservis bedeli. 2007'de Lille'in B takımından A'ya yükseldiği ilk sene oynamadı diyebiliriz. Daha sonraki sezonda ise rotasyon oyuncusu olmuş. Yani 5 yıldır Lille'de düzenli oynayan bir defans oyuncusu. 3 Milyondan fazla etmeyecek bir defans oyuncusu. Yani Dany'den bir farkı yok. Evet dün gece bir gol attı. Tabi orada bulunmalı mıydı başka konu. Peki yenen iki gol? Birincisinde bariz penaltıyı yaptıran o. İkinci golde Ömer'i takip etmek yerine hamle yaptığı için Ömer'in yanından sıyrılışını izlemek zorunda kaldı. Tabi daha sonrasında Semih'in pozisyon hatasını, Dany'nin topa vuramayışı... Yani hangi birinden başlamak gerek acaba? Milyonluk oyuncular bunlar. Şampiyonluğa oynuyorsunuz. Şampiyonlar Ligi'nde sahne alıyorsunuz ve başarı diyorsunuz. 3. senedir söylüyorum. Başarı istiyorsanız iyi bir defans kurgunuz olmalı. İleri kanat oyuncuları beklere yardım etmedikçe ve defans oyuncuları basit hatalar yaptıkça Galatasaray çok büyük hayal kırıklığı yaşar. 

      Galatasaray'ı şu an başarılı gibi gösteren şey, Melo, Selçuk, Sneijder ve özellikle Drogba'nın şahane performansı. Özellikle Drogba fevkaladenin de fevinde derler ya işte aynen öyle. Ancak Galatasaray gol noktasında sıkıntı yaşadığında işte işler bir anda değişebilir. Bu kadar kötü defans kurgusu takımın ayakta kalmasını engeller. Kayseri'nin iki kırmızı kart cezalısı vardı. Bobo zaten dönemedi, Nobre de yeni yeni dönüyor. Kayseri ligin sonuncusu, ancak dün geceden puan koparamamasının tek nedeni golcüsünün olmaması. Burak Yılmaz'ın golünden 3-4 dakika evvel yakaladıkları %100'lük gol pozisyonunda top direğin üzerinden dışarı çıkmasa ve maç 3-3'e gelse saha içi moral motivasyon ne olurdu merak ediyorum. Ya da Burak'ın golüne ofsayt dense idi. 


     Sonuç olarak Galatasaray başarılı gibi görünüyor. Hafta içinde Copenhagen'i evet iyi bir oyunla yendiler ama Copenhagen'in bu inanılmaz baskıda gol pozisyonu yakalamayı geçin, orta sahayı geçme fırsatı olmadı. Bambaşka bir atmosfer vardı. Olmazsa olmazdı. Şimdi Galatasaray Konya maçına rahat çıkacak. 3 puanı da alacağını düşünüyorum. Ancak Copenhagen Galatasaray'ı mağlup edemese de onların da olmazsa olmaz maçı olacak. Tüm varlıklarını göstermek zorundalar. Ardından Galatasaray o yorgunlukla Saraçoğlu'nda sahne alacak. Gökhan - Alves - Egemen - Caner dörtlüsü Galatasaray'ın ileri üçlüsünü zorlansa da durdurabilir. Ancak daha önemlisi bence ilk 11'de sahaya çıkacak olan Emenike'nin  bu defansı gördükçe ağzının suları akıyor... Galatasaray buna dikkat etmezse Emenike Fenerbahçe tarihine adını altın harflerle yazdırabilir...

26 Ekim 2013 Cumartesi

Salih ve Emenike'den Selamlar

     Artık Fenerbahçe'nin bir oyun stili var. Buna alıştık. Önde basan ve rakip takımın bunaltan, oyun düzenini bozan, ileri çıkmasını engelleyen ve hataya zorlayan, alanı daraltan takımlara karşı sürekli hızla kanat değiştirip boşluklardan gol arayan bir Fenerbahçe var artık. Dün de bu oyunu sergilediler. Öncelikle futbolcu tercihlerini değerlendirelim. Emenike'nin geçtiğimiz hafta arasında milli takımda gol atarak moralli gelmesi, ardından Erciyes maçında Fenerbahçe'deki ilk golüne ulaşması onu bu hafta da ilk 11'e taşıdı. Aslında ilk bakışta böyle bir yorumda bulunmak kolay olsa da bence Emenike'nin bu hafta ilk 11'de başlamasının sebebi rakibin Gaziantep olması. Gaziantep son 3 haftada 7 puan topladı ve ciddi bir çıkış yakaladı. Buna Bülent Uygun'un teknik zekasını da eklediğimizde Gaziantep tehlikeli bir takımdı. Ki zaten cesur oynayan bir takım Gaziantep. Ersun Yanal bu noktada hızlı kontra ataklarda ya da defans arkasına aradan ya da havadan sarkıtılacak toplarda Emenike'nin faydalı olabileceğini düşünmüş olmalı. Hatta Emenike bu pozisyonların birinde Kecojevic'in sarı kart görmesine neden oldu. Emenike gibi süratli oyuncular her zaman hem bu tarz defans arkasına sarkıtılan pozisyonlarda golle buluşabileceği gibi faul alır, frikik alır, sarı-kırmızı kart gördürür. Bu yüzden bu rakibe karşı Emenike doğru bir tercihti. Hocanın Alper ve Christian tercihleri de bence doğruydu. Zaten rotasyonda kullanabileceği şu an 3 oyuncu var. Onlar da Emre, Salih ve Selçuk. Selçuk'un yerinde zaten Topal oynuyor. Emre ise yeterince hazır değil. Salih de Ersun Hoca'nın oyun sistemine tam anlamıyla uymuyor. 

     Bir takımın orta sahasında her zaman dengeye ihtiyaç vardır. Özellikle de son yıllardaki 11 kişiyle yapılan defans ve hücum oyunlarında. Artık orta saha oyuncularının önemi daha fazla. Mesela ön libero olarak oynayan Mehmet Topal'ın defansif özellikleri daha önde ama defansın ikili tandeminin arasına sıkışıp üçüncü bir defans oyuncusuna dönüşmesi hücuma katkı anlamında çok kötü olur. Ya da Christian'ın Alex gibi bir beyin diyemesek de forvetin arkasında takımın pas yüzdesini yükselten, pas trafiğini kontrol eden oyuncu olması, onun takım defans halinde iken baskı yapmamasına neden olursa yine takım eksik kalır. Dolayısıyla orta saha oyuncularının kendi aralarında bir harmonisi olması şart. Melo daha defansif ve ısıran bir oyuncu ama ceza sahasına girer kafaya çıkar yaydan şut çeker ve bu çok önemli bir katkıdır. Selçuk da daha öne doğru oynar ama takım savunmasına her zaman yardım eder. Fenrbahçe'de Christian, Alper ve Mehmet Topal üçlüsü bu uyumu dün sağladı. Topal daha defansif ama defansa gömülmeden, Christian takım savunmasına yardım ederek ve pas trafiğini kontrol ederek ve Alper de en büyük özelliği olan dikine toplu topsuz dribblingleri ve orta sahada önde basması ile Fenerbahçe özellikle Gaziantep'i hem defanstan çıkarmadı hem de hataya zorladı. Bunlardan birinde zaten gol geldi. 

     Bülent Uygun belki cesur bir takım sahaya çıkarmak istedi ama Fenerbahçe'nin öndeki etkili baskısı oyunu kurmasını engellediği için Gaziantep kendi oyun şablonunu ve yapısını sahaya yansıtamadı. Önde baskı uyguladığında da Emenike, Sow ve Kuyt üçlüsü her an gol bulabileceği için bunu da göze alamadı. Dolayısıyla ortaya Gaziantep açısından sıkıcı bir maç çıktı. 70. dakikadan sonra 2-0'lık skorun da rahatlığıyla Fenerbahçe daha fazla pozisyon vermeye başlayınca 75. dakikada Gaziantep golü buldu. Bunda tabi ki o an kramponlarını bağlamak için Bekir'in dışarıda bulunmasının da payı var. Savunma dengesi bir anda bozulduğu için farkı 1'e indi. Bu dakikadan sonra aslında Fenerbahçe biraz bocalasa da Ersun Yanal topa sahip olabilecek sakin ve pas yüzdesi yüksek Salih'i oyuna aldı ki bu çok iyi bir tercihti. Çünkü Son 10 dakika 2-1 öndesiniz, fiziksel yorgunluğunuz da artmış. Sadece topa sahip olup pas yapmaya ve zamanı iyi kullanmaya ihtiyacınız var. Salih bunu çok iyi yapan bir oyuncu. Sakin, rahat, özgüvenli bir oyuncu. Ve bu görevini yaptığı gibi 85. dakikada Emenike'ye çıkardığı pas ve öncesindeki vücut hareketi ile rakibinden sıyrılışı Salih'in tam bir Avrupa futbolcusu olduğunu da gösteriyor. Salih yeni bir Arda olabilir. Mevki anlamında değil ama, etkinlik ve özgüven ve sempati olarak Arda'ya çok benziyor. Salih'in oyunda daha fazla yer bulması gerekiyor. Ancak Fenerbahçenin mevcut oyun yapısı bize Salih'in daha çok son 10-20 dakikada oyunda yer alacağını gösteriyor.

   Emenike ile ilgili kısa bir parantez açmak istiyorum. Emenike iki haftadır gol atıyor. Bunun sebebi ise Emenike'nin daha önceki maçlarda kenar oyuncusu olarak yani kanatta görevlendirilmesi. Bu Emenike'nin yapısına ve futbol anlayışına aykırı. Emenike kaleye ve gole yakın oynamak zorunda olan bir futbolcu. Geçtiğimiz hafta son saniyede gelen golde altı pasa yaptığı koşu ile golü attı. Bu hafta attığı gollerde de kanat olarak değil de santrfor olarak oyuna başladığı için gole ve pozisyonlara daha yakın olabildi. Bence de olması gereken bu. Sow her zaman ve her yerde golü koklayabiliyor. Kuyt da öyle. ama Emenike bu özelliğe sahip değil. ancak kaleye yakın oynayabilirse pozisyonların yakınında olabilir. Aksi halde Emenike'nin gol atmasını beklemek biraz hayalperestlik olur. 
   

   Fenerbahçe haftaya Bursa'ya konuk olacak. Daum, eski Fenerbahçe'yi çok iyi biliyordu ama Fenerbahçe'yi tekrardan analiz etmesi gerekecek ve Daum çok iyi bir analizci ve derbileri asla kaybetmeyen bir yapısı var. Ben Daum'dan sürpriz bekliyorum diyebilirim. 

21 Ekim 2013 Pazartesi

Fener'e Kayseri Mantısı

     İte-kaka derler ya Fenerbahçe'de de işler aynen öyle devam ediyor. Yabancı bir futbolsever ya da bir bahis tutkunu istatistiksel olarak Fenerbahçe'yi incelese 8 maçta 1 mağlubiyet, 1 beraberlik ve 6 galibiyetle şampiyonluğun en önemli adayı ve her maç banko yazılabilecek bir takım görür elbette. Ama işin gerçeği böyle değil. Aslına bakılırsa yabancı bir bahis tutkununun Türkiye Süper Ligi'ne de bahis oynaması çok üzücü ve talihsiz bir yandan. Özellikle de Fenerbahçe'ye! 3 defa şampiyonluğu son anlarda yitirmiş bir takım olarak Fenerbahçe'ye güvenmek zor. 

     Dün geceki maçtan sonra Ersun Yanal deplasman fobisinin bittiğini ilan etti. Ama ben  öyle düşünmüyorum. Şu ana kadar Konya, Kasımpaşa, Gençler ve Erciyesle oynadı Fenerbahçe. Bunlardan Konya 11, Erciyes 16 ve Gençlerbirliği ise 18. sırada. Aralarında en dişli görüneni Kasımpaşa. 5 galibiyetleri var ve 3. sıradalar. Bu 5 galibiyete bakın hepsi de ligin dibindeki takımlarına karşı. Yani bu sizi yanıltmasın. Sonuç olarak Fenerbahçe deplasman galibiyetlerini dişli takımlar karşısında almadı. Hepsini de tek farkla kazandı. Yani aslında ligin dibindeki takımları dahi deplasmanda yenerken zorlanıyor. Dolayısıyla bu moralle haftaya Gaziantep maçı içeride rahat geçebilir ancak çıkış arayan Bursa deplasmanına bence kesinlikle dikkat edilmesi gerekiyor. Çünkü Gaziantep ve Bursa maçlarından gelecek 6 puanın üzerine rehavete kapılmadan alınacak Galatasaray galibiyeti Fenerbahçe'ye şampiyonluk yolunca ciddi bir ivme kazandırır.


     Eksikler sebebiyle Fenerbahçe yine alternatif bir kadro ile sahaya çıkmak zorunda kaldı. Meireles ve Topal'ın yokluğunda Ersun Yanal Holmen'in yerine Christian'ı seçti. Bence çok mantıklı bir seçimdi. Geçtiğimiz hafta Trabzonspor maçında Alper ve Holmen her ne kadar agresif ve dikine oynayan bir orta saha görüntüsü verseler de etkili olamadılar. Fenerbahçe'nin orta sahasında her zaman bir oyun kurucu ve pasör'e ihtiyaç var. Emre bu görevi yapsa da şu an için tam olarak hazır değil. Öte yandan Ersun Hoca Emre'nin ve Christian'ın Erciyes'in kontra ataklarında takım defansına yapacağı katkıyı muhakkak düşünmüştür. 

     Fenerbahçe maça etkili başladı ama bulduğu pozisyonların en önemli nedeni ceza sahası önündeki pas trafiğiydi. Emre ve Christian'ın önderlik ettiği trafiğe Webo, Kuyt ve özellikle Sow çok hareketli bir şekilde dahil olunca pozisyonlar geldi. Erciyes baştan itibaren tamamen kapanma ve gol yememe ama atak da yapmama üzerine kurulu klasik bir Anadolu takımı hüviyetindeydi ve hiç bu görüntüden taviz vermedi maç boyunca. Fenerbahçe ilk yarıda sürekli ceza sahası önünde paslarla ve kanat ataklarının yönünü sık sık değiştirerek pozisyon buldu. İlk yarı ve ikinci yarı arasındaki fark da buradan kaynaklandı aslında. Maç 1-1' geldikten sonra Erciyes daha fazla kapanarak kanatlardaki adamlarını çoğalttı ve Fenerbahçe'nin de ceza sahası önündeki pas trafiği azaldığı için oyunu bu şekilde kilitledi. Caner Erkin'in gereksiz hareketi sonucu gerçekleşen değişiklik de dahil 58'de Selçuk-Alper, 77'de Emre-Emenike değişikliği kesinlikle doğru. Ersun Yanalı bu yüzden sevdiğimi daha önce de söylemiştim. Kazanmak için risk alabilen bir teknik adam. Erciyes zaten ileri gelmediği için Selçuk'u oyundan alıp Alper'i koydu ve bu da yetmeyince 4. forvet olarak Emenike'yi aldı. Her ne kadar Sow solda, Emenike sağda, Webo ileride ve Kuyt da arkasınd olsa da hepsi forvet özellikli oyuncular. Bu değişikliklerle Fenerbahçe'nin baskısı daha da artmadı aslında ama golü gerçekleştirebilecek oyuncu sayısı arttı. Ki baktığınızda or sahada Alper ve Christian pas trafiği için elbette yeterli değil. Ersun Yanal'ı eleştirebileceğim belki de tek yer oyunu tamamen kanatlara yıkarak ortalardan gol beklemesi. Halbuki yetenekli orta saha oyuncuları ile ayağa top yaparak da bir yandan gol aranabilirdi. 


     Sonuç olarak Fenerbahçe golü de Erciyes'in gereksiz kahramanlık yapma sevdası sayesinde attı. Zaten maça beraberlik için çıkan bir takım 90+5'te oyunu soğutmak yerine "Allah Allah" nidalarıyla gole giderse geride eksik yakalanır. Karşı takım zaten 4 forvet ve gol atmak zorunda. Gezdir topu al 1 puanı. Ama bunu akıl edemediler. Bedeli ağır oldu. Goldeki ortada sol bek Emre ile sol stoper Numan ve sağ stoper Mangane tamamen Kuyt'a bakıyorlar. Numan Webo ile, Emre Sow ile... E Emenike kimde??? Onu unuttular. Kademe anlayışı ne demek teker teker oturup çalışsınlar şimdi ve neden ligin dibinde olduklarını anlasınlar. Emenike de ilk golünü attı. Şimdi haberler çıkar. İlk golümü attım gerisi yolda diye. Ben şimdiden söyleyeyim. Fenerbahçe çift santrfor oynamadan Emenike'den fayda göremez. Çok şey beklememek lazım Emenike'den.

7 Ekim 2013 Pazartesi

Fenerbahçe Büyük Şansı Tepti

     Dün geceki maç bana biraz 2009-2010 sezonunda 34. haftada Saraçoğlu'nda oynanan maçı hatırlattı. Fenerbahçe 25 tane gol pozisyonuna girdiği, topların direklerde patladığı gecede Trabzonspor'la 1-1 berabere kalarak şampiyonluğu Bursaspor'a kaptırıyordu. Aslına bakılırsa o günkü kadar bariz gol pozisyonlarına girmedi Fenerbahçe ama yine de oyunun büyük bölümünü Trabzonspor yarı sahasında oynadı. 


     Fenerbahçe oyuna sakatlıklardan dolayı farklı bir kadro ile çıkmak zorunda kaldı. Sakatlıkları bulunan Alves ve Meireles'in yerine defansta Bekir ve orta sahada Holmen'i tercih etti. Emre kenarda, Christian ise tribündeydi. futbolcu tercihlerine bakarsak öncelikle Bekir'in yerine Kadlec'i oynatamaz mıydı Ersun Hoca? Bunun sırrı sanırım kendisinde gizli. Çünkü bana kalırsa Kadles kesinlikle Bekir'den daha iyi bir stoper. Ancak maç eksiği var. Bununla beraber Bekir daha fazla şans bulduğu için hem Egemen'le ikili olarak uyumu daha iyi hem de bu sezona iyi başladı. Dediğim gibi bu tercihin sırrı Ersun Hoca'da. Gelelim takımın can evine. Orta saha üçlüsü Meireles sakat olduğu için farklı bir orta saha ile çıkmak zorundaydı. Mehmet Topal'ı geçecek olursak Ptuk ve Holmen tercihlerine bir bakalım. Holmen'i bu sezon Sivas maçı ile hatırlıyoruz. Tam bir dinamoydu ve oyuna çok fazla etki etti. Ama o maçta arkasında Selçuk ve Meireles oyunuyordu. Yine Alper Potuk'a bakarsak en etkili olduğu maçlarda orta sahanın merkezinde değil 4-2-3-1'in forvet arkası pozisyonunda oynadığını görürsünüz. Çünkü Alper orta sahanın merkezinde oyuna yön verecek, pas alıp verecek, servis yapacak bir futbolcu türü değil. Alper, topla ve topsuz olarak dribblingler yapacak, topla araya içe kat edecek, bazen çalım atacak, bazen şut atacak bir oyuncu. Saha dizilişi anlamında Meireles'in yerindeydi. Ancak Holmen ve Alper bu anlamda birbirlerine çok yakın futbolcular olduğu için ve çok fazla koşan futbolcular olduğu için bu mevki farklılığının aslında çok fazla önemi yok. Asıl önemli olan Holmen ve Alper'in beraber oynaması. Topal - Alper - Holmen üçlüsünün hiçbiri pas yoğunluğu sağlayacak oyuncular değil. Ben oyuna Alper yerine Salih'le başlaması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü her takımın bir pasöre muhakkak ihtiyacı var. Ancak Ersun Hoca'nın futbol stratejisinde hızla dikine oynamak var. Özellikle de kanatlardan. Ancak Ersun Hoca belki de Salih'in ya da Christian'ın bu hızlı oyuna ayak uyduramayacağı ya da Trabzonspor'un hızlı kontra ataklarında geri dönüşlerde sorun yaşayacağı düşüncesi ile Holmen ve Alper'i beraber kullandığını düşünüyorum. Çünkü baktığınızda da Meireles takımın en çok koşan oyuncularından bir tanesi. 


     Fenerbahçe evinde taraftar desteğini de arkasına alarak hızlı hücumlarla Trabzonspor'un üzerine gitti. Önde baskı yaptı ve maçı kazanma arzusuna daha maçın başında gösterdi. Trabzonspor ise oyunu kendi yarı sahasında kabul ederek Fenerbahçe'ye çok fazla boş alan bırakmak istemedi ve bunu da çok iyi uyguladı. Kontra ataklarla hızla çıkarak topu bu yılın yıldızı Henrique ile buluşturmak istediler. Ama çok fazla başarılı olamadılar. Fenerbahçe oyun genelinde %61 gibi önemli derecede topa sahip olma yüzdesine erişti. Hepsi %100 diyemesek de önemli pozisyonlar yakaladı. Özellikle Webo'nun direkte patlayan füzesi ise gözleri yaşaran cinstendi. 52. Dakikada Alper'in yerine Emre'nin girmesi aslında doğru bir hamleydi. Bu sayede Fenerbahçe ceza sahası önünde daha fazla top yaptı. Bu şekilde pozisyon da yakaladı. Bu defa 63. dakikada Holmen - Emenike değişikliği geldi. Kuyt, Holmen'in pozisyonunu aldı ve 2. forvet pozisyonuna geçti. Ersun Yanal Kuyt'ın hem bu yönünü hem de çok koşan kimliğini burada kullanmak istedi sanırım. Bir anda hücumda takım 4-2-4'e döndü. Ersun Yanal Emenike'yi alarak baskıyı artırmak istedi çünkü aslına bakılırsa Emenike'nin oyun anlayışına uygun bir maç olmuyordu. Ama sonuçta bu da Emenike vücudunu kullanır, boş alanda bulduğunda tehlike yaratabilirdi. Son olarak da 83. dakikada Ersun Yanal vitesi 6'dan 5'e düşürdü ve Kuyt çıkarken Mehmet Topuz girdi. Kuyt'ın yerine ise Emre geçti. Fenerbahçe çok yüklendi ancak golü bulamadı. Ersun Yanal da bence takımla biraz fazla oynadı. 

     Fenerbahçe bu maçı kazansaydı 3 rakibine birden çok ciddi zarar vermiş olacaktı. Trabzona'a 6, Beşiktaş'a 3 ve Galatasaray'a 11 puan fark atmış olacaktı. Yani aslında belki de tek rakibi Beşiktaş olacaktı. ancak bu şekilde bakıldığında Galatasaray bile yarışın içinde sayılabilir.

5 Ekim 2013 Cumartesi

2000 Güruhu!

     Galatasaray taraftarının ve hatta aslında tüm Türk futbol komuoyunun unutamadığı en önemli zamanlardan biri de 2000 senesi. 33. haftaya Beşiktaş'ın 6 puan önünde giren Galatasaray İzmir'de Altay'a 1-0 mağlup olsa da İnönü'de Fenerbahçe'nin Beşiktaş'ı Preko (2) ve Moldovan'ın golleriyle 3-1 yenmesi sonucunda şampiyonluğunu ilan ederek üst üste 4. şampiyonluğu ilen etmişti. Şampiyonluğunu ilan ettikten 3 gün sonra Arsenal'le finalde boy gösteren Galatasaray Kupa 2'nin şampiyonu oluyordu. Galatasaray'ın maç kadrosu hemen hemen o döneme damgasını vuran oyunculardan oluşuyordu. Tabi şu an aşağıdaki tabloda gözükmeyen Fatih Akyel, Hasan Şaş, Hakan Ünsal,Tugay Kerimoğlu , Emre Belözoğlu gibi isimler de o 


sezona kadar Galatasaray'da futbol oynayan yıldızlardı. Galatasaray Arsenal'i penaltılarla 4-1 mağlup ederek kupayı almıştı. Türk futbol tarihinin inanılmaz gecelerinden bir tanesiydi. Başta Fatih Terim olmak üzere Hakan Şükür, Arif, Ümit Davala, Fatih Akyel vs hepsi her ne kadar klasik bir deyim olsa da isimlerini bu tarihe altın harflerle yazdırdılar. Tabi sonra Fatih Terim başta olmak üzere Hakan Şükür, Okan, Emre, Tugay neredeyse hepsi Avrupa'nın yolunu tuttu. Galatasaray'ın bir daha böylesine kaliteli bir kadroya sahip olması çok uzun zaman alacaktı.

     Bu sezonun hemen ardından Fenerbahçe şampiyon olmuş, ardından Mircea Lucescu ikinci yılında Galatasaray'ı tekrar şampiyonluğa taşımıştı. Daha sonra Mircea Lucescu'nın yerine II. Fatih dönemi başlamış ama işler yolunda gitmemişti. Ligin 6. haftasında ligi daha sonra 6. bitirecek olan Fenerbahçe'den 6-0'lık bir mağlubiyet almıştı. Fatih Terim bu sezonu Beşiktaş'ın 8 puan gerisinde 2. tamamladı. Sonraki sezon ise tam bir felaketti. Galatasaray 2003-2004 sezonunu 6. bitirdi ve takımın başına efsane George Hagi geldi. Hagi ile sezon 3. bitirilirken Galatasaray özlediği şampiyonluğa Eric Gerets ile ulaştı. Ama tüm bu zamanlarda tüm spor yazarları hatta taraftarın dilinden düşmeyen birşey vardı: 2000 RUHU! 1996-2000 yılları arasındaki takımdaki Türk oyuncuların büyük bölümü Fatih Terim'in izleyerek genç yaşlarında olimpiyat takımına dahil ettikleri oyunculardan oluşuyordu. Hepsinin Fatih Terim'e sevgi ve saygısı çok fazlaydı. Takımda sevgi, saygı ve arkadaşlığın yanı sıra saha içerisinde de inanılmaz bir uyum vardı. Hatta Suat Kaya bir televizyon programında bu durumu "Herkes sahada kimin hangi an nerede olduğunu çok iyi bilirdi. Hatta gözü kapalı bile pas atardık." şeklinde açıklıyordu. Aslında 2000 ruhu buydu. Her futbolcunun birbirini tanıyarak hangi hareketi ne zaman yapacağını önceden sezmekti. Sanki aynı evde yıllarca yaşayan ev arkadaşları ya da eşlerin birbirlerinin huyunu öğrenmesi gibi birşeydi bu. Galatasaray hep bunu aradı ama bu yanlıştı. Galatasaray'ı zirveye taşıyan o günkü dinamikler sadece sahadaki 11 ya da 18 futbolcu ile ilgili değildi. Evveliyatı vardı, bir süreçti. Bunu aynı Barcelona'nın yıllardır süregelen Total Futbol anlayışı ve La Masia istikrarının bir sonucu olarak yıllarca İspanya ve Avrupa futboluna ambargo koyması gibi bir durumun benzeri.

     Aslında anlatmak istediğim Galatasaray'ın bu 2000 ruhu ya da bu ruhun ne şekilde oluştuğu değil. Sonrası, bugünü... Hepsi Avrupa'nın çeşitli ülkelerinin takımlarına dağıldı. Kimi tutundu, kimi tutunamadı ve en sonunda hepsinin kariyeri son buldu. En son olarak da "30 yaşımdan sonra futbolu öğrendim" diyen Tugay'ın! Belirli bir aradan sonra bir bölümünü tekrar görmeye başladık. Arif Erdem, İstanbul BŞB'de Abdullah Avcı'nın yardımcı antrenörlüğünü yaptı 5.5 yıl kadar. Sonra 1 yıl kadar da teknik direktör olarak devam etti ve ayrıldı. Ergün Penbe 2008'de Hacettepe ile başladı ve bu yıl Temmuz ayında Giresun'dan ayrıldı. Suat Kaya bildiğim kadarıyla lise diploması nedeniyle teknik direktör lisansı alamıyor. Emre hala oynuyor. Fatih Akyel kenara çekildi. Bülent Korkmaz en göz önünde olanı. Süper Lig'in Hikmet Karaman, Samet Aybaba, Yılmaz Vural kervanına katıldı gibi. Çok saygı duyduğum Tugay Manchester City alt yapısında bir süre görev aldıktan sonra 2009-2010 ve 2010-2011 yıllarında sırasıyla Bülent Korkmaz, Frank Rijkaard ve George Hagi dönemlerinde alt yapıda yine görev aldı. Daha sonra ayrıldı. Hakan Şükür zaten millet vekili. ve Fatih Terim'in III. dönemiyle sahneye çıkan iki isim: bir dönem rap albümü yapan Ümit Davala ve Hasan Şaş. Bildiğim kadarıyla Hasan Şaş, Ümit Davala gibi oyunculara üstün başarıları nedeniyle kendilerine lisans verildiğini duymuştum. Tabi yıllarca futbol oynamak da insanı belli bir noktaya getiriyor elbet ama futbolu yönetmek daha başka birşey. Ama tribünden bakıldığında da çok heyecanlı. Bir yanda efsane hoca Fatih Terim, arkasında en iyi öğrencileri Ümit ve Hasan.(Aslında Taffarel'i de sayabiliriz ama bence kaleci antrenörü olarak gayet tecrübeli dünyaca ünlü mükemmel bir kaleci. O yüzden onu eleştirmiyorum)2000 ruhu kokuyor sanki. Ama hep aklıma şu soru takılmıştır. 6-7 sene teknik direktörlük tecrübesi olan Arif, Ergün Penbe, Bülent Korkmaz da aslında faal olarak bu tecrübeye sahipler. Bunun yanında Tugay'ın çok ciddi tecrübeleri oldu ancak bunlar değil de neden Hasan ve Ümit Davala bir türlü çözememişimdir. Hasan Şaş'la Adana'dan bağlantı kurabiliyorum doğrusu. Ama onun haricinde bilgim ve görgüm yoktur. Hep de şüphe ile baktım zaten antrenörlük bilgi ve becerilerine. Zaten Fatih Terim'siz çıkılan ilk maçta Burak Drogba Sneijder'i beraber oynatıp bir de üzerine Melo'nun yokluğunda Selçuk'un yanına Engin Baytar'ı monte takımı neredeyse orta sahasız bıraktıklarını görünce iyiden iyiye düşünmeye başladım.

     Şimdi en son başka bir olaya geleceğim. Kim dedik? Bülent Korkmaz bu takımı yönetti, George Hagi, Ümit, Hasan, Tugay hepsi çeşitli kadrolarda da olsa bu takımı yönettiler. Şimdi en acısına geliyorum: Vedat İnceefe! En son Fatih Terim'e yapılanlardan sonra istifa çekmiş canı! Peki ne iş yapıyordu? Galatasaray 19 yaş altı takımının başındaydı. Sorgulanacak o kadar çok şey var ki? Arif, Bülent, Tugay, Ergün gibi adamlar en kötü Süper Lig'de takım yönetmiş insanlar. Peki Vedat? Yeni Malatya ve Bugsaşspor'u çalıştırmış. En büyük başarısı ise 13.01.2011'de Fenerbahçe'yi Türkiye Kupası'nda 2-1 yenmesi. Bunun haricinde hiçbir faaliyeti yok Vedat'ın. Ama dünya kulübü olma yolunda ilerleyen Galatasaray'ın kalbi Arda'ların ve nicelerinin çıkacağı 19 yaş altı takımının başında. 19 yaş altı çalıltıran antrenörler daha özel olmalı bence. Hani sporcu sağlığı, gelişimi, ahlâkı vs. Bu konularda eğitim almış daha ciddi insanlar olmalı. Ama anladığım kadarıyla Galatasaray "Hamil-i kar yakinimdir" şeklinde çalışıyor. Vedat İnceefe de bugün instagram'da paylaştığı bir yazı ile gündeme oturdu ve istifasını sundu. Yazı sizin de okuduğunuz gibi Ünal Aysal'a ithafen ve terbiyesizce


yazılmış bir yazı. Sebebi ise Fatih Terim' yapılanlar. Fatih Terim kovulmuş, yardımcıları 1 hafta onun isteğiyle göreve devam etmiş, Taffarel hala devam ediyor. Tugay, Hoca'dan izin alarak Mancini'nin yardımcı entrenörlüğü teklifini kabul etmiş. Sana ne oluyor diye sormazlar mı? Taffarel, Ümit, Hasan hiçbir söz söylememiş, mevcut durum ile alakası yokken yazılan bu yazı aslında Vedat'ın bulunduğu yere hiç de yakışmadığının ispatı niteliğinde.

     Ümit'i Hasan'ı Müfit'i Taffarel'i Vedat'ı bakarsanız 2000 Ruhu olmuş size 2000 Güruhu! Ya da ne demiş şair: " Hatıralar sarmış dört bir yanımı/Baktığım her yerde izin duruyor/ Ben seni düşünmek istemesem de/ Bana herşey seni hatırlatıyor". Galatasaray geleceğine bu güruh ile bakamaz. Fatih Terim'e laf yok ama profesyonel insanlara ihtiyaç olduğu da ortada. Ya da Galatasaray'a son dönemdeki şampiyonlukları ve Şampiyonlar Ligi'ndeki çeyrek finali yine bu güruh kazandırdı diyebilirsiniz o da bir bakış açısı...

     

3 Ekim 2013 Perşembe

Galatasaray L'italiano*

6-1'lik tarihi mağlubiyet, telefon krizi, Fatih Terim'in gidişi, Rize beraberliği derken gün geldi çattı. Gruptaki rakibi olarak gördüğüm Kopenhagen'ın Juventus ile evinde berabere kalması sonucu Galatasaray'ın İtalya'dan 0 puanla dönmesi artık Galatasaray'ın ikincilik şansını tamamen yok edecekti. Takımın başına geçeli daha bir hafta olmamış olmasına rağmen Mancini de bu hesapları gayet iyi biliyordu. Bu yüzden klasikleşen kadroda değişikliğe giderek 4-2-3-1'le sahaya çıktı. En çok merak edilen oyunculardan biri Burak Yılmaz hemen kızağa alındı. Aslına bakılırsa çok doğru bir tercihti bu. Hücumda 4-2-3-1 defansta ise 4-4-1-1 ile Juventus deplasmanında sahaya daha temkinli bir kadro ile çıktı. Bununla birlikte uzun süredir kadroda kendine yer bulan Engin Baytar'ın yerine de Riera yer buldu. Hatta Riera sol önde başladığı maçı, Bruma ile yer değiştirerek sağ önde bitirdi. Riera tercihinde sanırım Riera'nın defansif özellikleri ve takım savunmasına yapacağı katkı rol oynuyordu. İlk yarıya Galatasaray çok temkinli başladı. Fatih Terim'in Galatasaray'ından farklı olarak oyunu kendi sahasında kabul etti ve önde basmadı. Mancini de tabi Juventus'u yakından tanıyor. 3-5-2 düzeni gibi Avrupa'da ender kullanlan hatta İtalya dışında kullanılmayan oyun dizilişi ile sahaya çıkan Juventus Asamoah, Pirlo, Pogba, Vidal ve Leichsteiner ile sağlı sollu ataklar yapmaya çalıştı ama Galatasaray oyunu kendi yarı sahasında kabul edip çok da fazla ileride yakalanmadığı için fazla pozisyon vermedi. Bunun haricinde defansın arkasına sarkıttıkları toplarla Tevez ve Vucinic'i(sonra Quagliarella) topla buluşturmaya çalıştılar ama olmadı. Galatasaray da nadiren Drogba ile etkili olduğu pozisyonlar oldu. Ancak bunlar da ileri şişirilen direkt toplarla oldu genelde. Çünkü Juventus'un kalabalık orta sahası Galatasaray'ın top yapmasına çok fazla izin vermedi. Galatasaray maçı aslında tam istediği gibi ve rölantide götürürken bir anda hiç pozisyon yokken yanlış hatırlamıyorsam Chiellini'nin inanılmaz hatasında Drogba yine golünü attı. Aslında Drogba'ya ayrı bir parantez açmak, hatta paragraf yazmak hatta belki de onun için ayrı bir yazı yazmak gerekir. Sadece bu maç için değil bütün maçlarında inanılmaz bir fizik kondisyonu var ve çok kuvvetli. Neredeyse her hafta 90 dakika oynuyor ve bir de hafta arasında seviyesi böyle yüksek maçlarda da böyle performans gösterebiliyor. Özellikle 35'ini aşan bir futbolcudan kimse bu kadarını bekleyemez. Sadece bir tane futbolcunun bir takıma bu kadar bariz faydasının dokunması muhteşem. Hiçbir kafa topuna izin vermiyor. Çok önemli defans oyuncularıyla karşılıklı oynuyor ama hiç yorulmadan, rahatlıkla topları kafasıyla ya da göğsüyle  takım arkadaşlarına servis edebiliyor. Kafa golü atıyor, sert şutlar çekiyor... Daha ne isteyebiliriz ki Drogba'dan? 


İlk yarının sonlarına doğru Juventus golü de yemenin etkisiyle baskıyı arttırdı ama sonuç çıkmadı. Daha defansif olan Leichsteiner'in yerine daha ofansif sağ açık olan Isla değişikliği ile başladı ikinci yarı. İkinci yarıda Juventus'un çok daha baskılı başlayacağını herkes biliyordu zaten.  Ancak Galatasaray'ın bu kadar kendi yarı sahasına gömüleceğini hiç düşünmemiştim. Aslına bakarsanız Galatasaray'ın ruhunda da yok bu. Ancak Mancini oyuncuların bunu yapmasını sağladı ve ikinci yarının başından itibaren Galatasaray sanki bir İtalyan takımı gibi katı defans anlayışıyla iyice içe gömüldü. Normalde kanat ataklarında Galatasaray 'da sağ kanatta Eboue oyuncuyu karşılarken Riera da ona yardımda bulunarak rakip oyuncunun diğer oyuncuyla varyasyon yapmasına izin vermezdi. Ancak ikinci yarıdan itibaren görüntü Eboue'nin de sanki bir tandem oyuncusu gibi içeride kalması, Riera'nın bir bek gibi oyuncuyu karşılaması şeklinde oldu. Yani bazen beşli hatta bazen de altılı defans anlayışına geçti Galatasaray. Drogba bile orta sahanın gerisinde Juventus orta sahasını karşılamaya başladı. 60. dakikada Riera-Amrabat değişikliği geldi. Kesinlikle o an doğru bir tercihti. Amrabah, süratli, çabuk ve adam eksiltebilen bir oyuncu. Juventus'u ileride yakaladıklarında kontra atakla takımı öne taşıma ihtimali çok yüksekti.  Bu kadar baskı elbette bir yerden sonuç getirmeliydi. Derken o da yetmedi Conte, üçlü defansın göbeğinden Bonucci'yi alarak İspanyol pivot Llorente'yi oyuna aldı ve 2-5-3 gibi riskli ve garip bir sisteme döndü. Zaten Galatasaray iyice kendi yarı sahasına gömülmüş ve skoru koruma çabasına girmişti. Aldığı bu risk tam 10 dakika sonra meyvesini verdi. Tevez'i ceza sahası içerisinde yerde bırakan Amrabat'ın faydadan çok zararı dokunmuştu. Zaten defans oyuncusu olmayan orta saha ya da forvet oyuncuları yapar genede böyle penaltıları. Gereksiz ve anlamsız... Tevez zaten sırtını kaleye çevirmiş, ortada pozisyon yok! 1-1'den sonra Juventus iyice baskıyı artırdı. Artık kanatlarda herhangi bir varyasyona bil gerek kalmıyordu. Orta sahadan uzun toplarla kenarlarda, Asamoahi, Pogba, Isla ya da Pirlo sürekli ceza sahasına orta yaparak gol aradılar. Juventus'un ısrarla bu şekilde yani ceza sahasına ortalarla gol araması beni çok şaşırtmadı. Çünkü Galatasaray defansı mahşer gibi bazen 8-9 kişiye çıktığı bile oldu. Ve zaten bu ortalardan birinde tam 3 kişinin arasından kafayı vuran Quagliarella 2-1 yaptı skoru. 8 kişi defans yapan bir takımda 3 kişinin arasından Quagliarella gibi bir futbolcunun kafa vuruşu yapması da çok manidar. Llorente falan olsa pivot santrfor yükseldi vurdu deriz. Ama yine kademe hatasından gol yendi. Ancak şans mı demek lazım 


yoksa beklenen son mu bilmiyorum ama iki dakika geçmeden 74'te takıma dün gece hiçbir katkı sağlamayan Sneijder'in yerine giren Umut Bulut yine Drogba'nın şaheser diyebileceğimiz pasında aslında çok kötü bir vuruş yapmasına rağmen top yere sektiği için golü attı ve Galatasaray'a üst tur için "Umut" oldu. Herkes belki Burak'ı bekliyordu ama Umut'un hem forvet arkası özelliği hem daha çok koşan bir yapıya sahip olması nedeniyle ve belki de Burakın çok fazla gol kaçırması sebebiyle doğru tercihti. Ve doğru tercih olduğunu da gösterdi. Ancak burada yılmadan ve yorulmadan her kafa topuna çıkan Drogba'yı ayakta alkışlamakla birlikte golün de Conte'nin aldığı riskin bir sonucu olduğunu görmek lazım.


Siyahla işaretlenen kişi Umut. Kiminle kafaya çıkıyor Drogba? Vidal. Top Barzagli'nin arkasından geçiyor ve Umut'a geliyor. Chiellini zaten hiç yok ortada. Normalde bir sağ bek oyuncusunun ya da Isla'nın belki de olması gereken yerde inanılmaz bir defans zaafiyeti ve ardından gelen gol. 

     Galatasaraylı birçok taraftar ya da yazar Mancini'nin kariyerini beğenmiyor ya da Fatih Terim'den iyi olmadığını savunuyor. Bunlar tartışılabilir konular. Ama açık açık başarısız olup Galatasaray'dan gitmesini bekliyorlar. Hatta beraberinde Ünal Aysal'ın da. Ancak Mancini dün gece çok iyi bir sınav verdi. Belki daha çok yeni ve takımı dahi tanımıyor. Herşey Fatih Terim'den miras. Ancak dün geceki oyun anlayışının kesinlikle Fatih Terim'le uzaktan yakından ilgisi yok. Eğer dün gece bana kalırsa takımın başında Fatih Terim olsaydı bu beraberlik bence alınamazdı. Her halükârda önde basan ve hücum futbolunu seven Fatih Terim'in Galatasaray'ı dün geceki beraberliği bana kalırsa alamazdı. Galatasaray Juventus'u Mancini'yle, bir İtalyanla ve kendi silahları İtalyan defansıyla vurdu. Dün gece rolleri Galatasaray değiştirdi. 

İtalyan Galatasaray*