Hüriyet

28 Ekim 2013 Pazartesi

Uyuyan Defansı Kim Öpecek?

     Dün akşamki maçın sadece skorunu görenler Galatasaray'ın ligin 5 puanla sonuncusu Kayserispor'u rahat geçtiğini düşünürler. Aslında evet 2 farklı üstünlük belki böyle gösterse de dünkü maç 3-3 bitse maçı izleyen kimse şaşırmazdı eminim ki. 


     Fatih Terim'in klasik 4-4-2 sistemi Sneijder'in gelişi ile değişmek zorunda kalıp tüm takımın oyun stili ve ruhu ortadan kaybolunca diğer sorunlarla beraber çok zor günler yaşadılar. Şimdi baktığımızda Mancini de, Avrupa'nın en çok tercih dilen oyun stilini tercih ediyor. 4-2-3-1 sisteminde Sneijder artık takımın vazgeçilmezi. Hatta öyle ki alternatifi de yok. Ancak tabi bilmek gerekir ki Galatasaray'daki kenar oyuncuları da Fenerbahçe'deki Kuyt Webo Sow üçlüsü gibi forvet oyuncuları. Bu da tabi ki takım defansında ciddi sorunlara gebe haline getiriyor takımı. Fenerbahçe'de Sow artık bunu öğrendi. Kuyt zaten bu anlamda defansa çok yardım eden bir oyuncu. Ancak Umut ve özellikle Burak bu anlamda çok eksik. Drogba Santrfor bölgesinde olmasına rağmen her ikisinden daha fazla geriye dönüp defansa yardımcı oluyor. Tabi Umut bu noktada eğitilebilir olsa da Burak'ın doğasında bu yok. Çünkü Burak etkinliğini zaten boşluklarda yakalayan, sürekli defansın arasına ya da arkasına atılan ani toplarla pozisyon bulan bir oyuncu. Yani siz aslında takımca defans yaparken Burak büyük ihtimalle ileride ani bir top kaybı ve defans arkasına pas bekleyecektir. Galatasaray yediği iki golü de bu bloklar arası mesafenin fazla olması nedeniyle yedi. Kanat bekleri ileride yakalandı ve kontra ataktan geldi goller. Tabi bunu da anlamıyorum. 2-0 önde olan bir Galatasaray nasıl bu kadar fazla kontra atak yiyebiliyor. Hele bir de 40. dakikadan sonra ve üst üste. Siz artık skoru almışsınız. Biraz daha sakin ve ayağa pas yapıp skoru tutmanız gerekir. 

     Hemen Chedjou'ya bir parantez açalım. Kusura bakmasın kimse ama boşa harcanmış bir 6 Milyon Euro. Chedjou'an 3 yaş daha büyük ve 5.5 Milyon Euro'ya alınmış Bruno Alves ile karşılaştırsın isteyenler. Şunu da unutmamak gerek bu 6 Milyon Euro Chedjou için verilmiş ilk bonservis bedeli. 2007'de Lille'in B takımından A'ya yükseldiği ilk sene oynamadı diyebiliriz. Daha sonraki sezonda ise rotasyon oyuncusu olmuş. Yani 5 yıldır Lille'de düzenli oynayan bir defans oyuncusu. 3 Milyondan fazla etmeyecek bir defans oyuncusu. Yani Dany'den bir farkı yok. Evet dün gece bir gol attı. Tabi orada bulunmalı mıydı başka konu. Peki yenen iki gol? Birincisinde bariz penaltıyı yaptıran o. İkinci golde Ömer'i takip etmek yerine hamle yaptığı için Ömer'in yanından sıyrılışını izlemek zorunda kaldı. Tabi daha sonrasında Semih'in pozisyon hatasını, Dany'nin topa vuramayışı... Yani hangi birinden başlamak gerek acaba? Milyonluk oyuncular bunlar. Şampiyonluğa oynuyorsunuz. Şampiyonlar Ligi'nde sahne alıyorsunuz ve başarı diyorsunuz. 3. senedir söylüyorum. Başarı istiyorsanız iyi bir defans kurgunuz olmalı. İleri kanat oyuncuları beklere yardım etmedikçe ve defans oyuncuları basit hatalar yaptıkça Galatasaray çok büyük hayal kırıklığı yaşar. 

      Galatasaray'ı şu an başarılı gibi gösteren şey, Melo, Selçuk, Sneijder ve özellikle Drogba'nın şahane performansı. Özellikle Drogba fevkaladenin de fevinde derler ya işte aynen öyle. Ancak Galatasaray gol noktasında sıkıntı yaşadığında işte işler bir anda değişebilir. Bu kadar kötü defans kurgusu takımın ayakta kalmasını engeller. Kayseri'nin iki kırmızı kart cezalısı vardı. Bobo zaten dönemedi, Nobre de yeni yeni dönüyor. Kayseri ligin sonuncusu, ancak dün geceden puan koparamamasının tek nedeni golcüsünün olmaması. Burak Yılmaz'ın golünden 3-4 dakika evvel yakaladıkları %100'lük gol pozisyonunda top direğin üzerinden dışarı çıkmasa ve maç 3-3'e gelse saha içi moral motivasyon ne olurdu merak ediyorum. Ya da Burak'ın golüne ofsayt dense idi. 


     Sonuç olarak Galatasaray başarılı gibi görünüyor. Hafta içinde Copenhagen'i evet iyi bir oyunla yendiler ama Copenhagen'in bu inanılmaz baskıda gol pozisyonu yakalamayı geçin, orta sahayı geçme fırsatı olmadı. Bambaşka bir atmosfer vardı. Olmazsa olmazdı. Şimdi Galatasaray Konya maçına rahat çıkacak. 3 puanı da alacağını düşünüyorum. Ancak Copenhagen Galatasaray'ı mağlup edemese de onların da olmazsa olmaz maçı olacak. Tüm varlıklarını göstermek zorundalar. Ardından Galatasaray o yorgunlukla Saraçoğlu'nda sahne alacak. Gökhan - Alves - Egemen - Caner dörtlüsü Galatasaray'ın ileri üçlüsünü zorlansa da durdurabilir. Ancak daha önemlisi bence ilk 11'de sahaya çıkacak olan Emenike'nin  bu defansı gördükçe ağzının suları akıyor... Galatasaray buna dikkat etmezse Emenike Fenerbahçe tarihine adını altın harflerle yazdırabilir...

26 Ekim 2013 Cumartesi

Salih ve Emenike'den Selamlar

     Artık Fenerbahçe'nin bir oyun stili var. Buna alıştık. Önde basan ve rakip takımın bunaltan, oyun düzenini bozan, ileri çıkmasını engelleyen ve hataya zorlayan, alanı daraltan takımlara karşı sürekli hızla kanat değiştirip boşluklardan gol arayan bir Fenerbahçe var artık. Dün de bu oyunu sergilediler. Öncelikle futbolcu tercihlerini değerlendirelim. Emenike'nin geçtiğimiz hafta arasında milli takımda gol atarak moralli gelmesi, ardından Erciyes maçında Fenerbahçe'deki ilk golüne ulaşması onu bu hafta da ilk 11'e taşıdı. Aslında ilk bakışta böyle bir yorumda bulunmak kolay olsa da bence Emenike'nin bu hafta ilk 11'de başlamasının sebebi rakibin Gaziantep olması. Gaziantep son 3 haftada 7 puan topladı ve ciddi bir çıkış yakaladı. Buna Bülent Uygun'un teknik zekasını da eklediğimizde Gaziantep tehlikeli bir takımdı. Ki zaten cesur oynayan bir takım Gaziantep. Ersun Yanal bu noktada hızlı kontra ataklarda ya da defans arkasına aradan ya da havadan sarkıtılacak toplarda Emenike'nin faydalı olabileceğini düşünmüş olmalı. Hatta Emenike bu pozisyonların birinde Kecojevic'in sarı kart görmesine neden oldu. Emenike gibi süratli oyuncular her zaman hem bu tarz defans arkasına sarkıtılan pozisyonlarda golle buluşabileceği gibi faul alır, frikik alır, sarı-kırmızı kart gördürür. Bu yüzden bu rakibe karşı Emenike doğru bir tercihti. Hocanın Alper ve Christian tercihleri de bence doğruydu. Zaten rotasyonda kullanabileceği şu an 3 oyuncu var. Onlar da Emre, Salih ve Selçuk. Selçuk'un yerinde zaten Topal oynuyor. Emre ise yeterince hazır değil. Salih de Ersun Hoca'nın oyun sistemine tam anlamıyla uymuyor. 

     Bir takımın orta sahasında her zaman dengeye ihtiyaç vardır. Özellikle de son yıllardaki 11 kişiyle yapılan defans ve hücum oyunlarında. Artık orta saha oyuncularının önemi daha fazla. Mesela ön libero olarak oynayan Mehmet Topal'ın defansif özellikleri daha önde ama defansın ikili tandeminin arasına sıkışıp üçüncü bir defans oyuncusuna dönüşmesi hücuma katkı anlamında çok kötü olur. Ya da Christian'ın Alex gibi bir beyin diyemesek de forvetin arkasında takımın pas yüzdesini yükselten, pas trafiğini kontrol eden oyuncu olması, onun takım defans halinde iken baskı yapmamasına neden olursa yine takım eksik kalır. Dolayısıyla orta saha oyuncularının kendi aralarında bir harmonisi olması şart. Melo daha defansif ve ısıran bir oyuncu ama ceza sahasına girer kafaya çıkar yaydan şut çeker ve bu çok önemli bir katkıdır. Selçuk da daha öne doğru oynar ama takım savunmasına her zaman yardım eder. Fenrbahçe'de Christian, Alper ve Mehmet Topal üçlüsü bu uyumu dün sağladı. Topal daha defansif ama defansa gömülmeden, Christian takım savunmasına yardım ederek ve pas trafiğini kontrol ederek ve Alper de en büyük özelliği olan dikine toplu topsuz dribblingleri ve orta sahada önde basması ile Fenerbahçe özellikle Gaziantep'i hem defanstan çıkarmadı hem de hataya zorladı. Bunlardan birinde zaten gol geldi. 

     Bülent Uygun belki cesur bir takım sahaya çıkarmak istedi ama Fenerbahçe'nin öndeki etkili baskısı oyunu kurmasını engellediği için Gaziantep kendi oyun şablonunu ve yapısını sahaya yansıtamadı. Önde baskı uyguladığında da Emenike, Sow ve Kuyt üçlüsü her an gol bulabileceği için bunu da göze alamadı. Dolayısıyla ortaya Gaziantep açısından sıkıcı bir maç çıktı. 70. dakikadan sonra 2-0'lık skorun da rahatlığıyla Fenerbahçe daha fazla pozisyon vermeye başlayınca 75. dakikada Gaziantep golü buldu. Bunda tabi ki o an kramponlarını bağlamak için Bekir'in dışarıda bulunmasının da payı var. Savunma dengesi bir anda bozulduğu için farkı 1'e indi. Bu dakikadan sonra aslında Fenerbahçe biraz bocalasa da Ersun Yanal topa sahip olabilecek sakin ve pas yüzdesi yüksek Salih'i oyuna aldı ki bu çok iyi bir tercihti. Çünkü Son 10 dakika 2-1 öndesiniz, fiziksel yorgunluğunuz da artmış. Sadece topa sahip olup pas yapmaya ve zamanı iyi kullanmaya ihtiyacınız var. Salih bunu çok iyi yapan bir oyuncu. Sakin, rahat, özgüvenli bir oyuncu. Ve bu görevini yaptığı gibi 85. dakikada Emenike'ye çıkardığı pas ve öncesindeki vücut hareketi ile rakibinden sıyrılışı Salih'in tam bir Avrupa futbolcusu olduğunu da gösteriyor. Salih yeni bir Arda olabilir. Mevki anlamında değil ama, etkinlik ve özgüven ve sempati olarak Arda'ya çok benziyor. Salih'in oyunda daha fazla yer bulması gerekiyor. Ancak Fenerbahçenin mevcut oyun yapısı bize Salih'in daha çok son 10-20 dakikada oyunda yer alacağını gösteriyor.

   Emenike ile ilgili kısa bir parantez açmak istiyorum. Emenike iki haftadır gol atıyor. Bunun sebebi ise Emenike'nin daha önceki maçlarda kenar oyuncusu olarak yani kanatta görevlendirilmesi. Bu Emenike'nin yapısına ve futbol anlayışına aykırı. Emenike kaleye ve gole yakın oynamak zorunda olan bir futbolcu. Geçtiğimiz hafta son saniyede gelen golde altı pasa yaptığı koşu ile golü attı. Bu hafta attığı gollerde de kanat olarak değil de santrfor olarak oyuna başladığı için gole ve pozisyonlara daha yakın olabildi. Bence de olması gereken bu. Sow her zaman ve her yerde golü koklayabiliyor. Kuyt da öyle. ama Emenike bu özelliğe sahip değil. ancak kaleye yakın oynayabilirse pozisyonların yakınında olabilir. Aksi halde Emenike'nin gol atmasını beklemek biraz hayalperestlik olur. 
   

   Fenerbahçe haftaya Bursa'ya konuk olacak. Daum, eski Fenerbahçe'yi çok iyi biliyordu ama Fenerbahçe'yi tekrardan analiz etmesi gerekecek ve Daum çok iyi bir analizci ve derbileri asla kaybetmeyen bir yapısı var. Ben Daum'dan sürpriz bekliyorum diyebilirim. 

21 Ekim 2013 Pazartesi

Fener'e Kayseri Mantısı

     İte-kaka derler ya Fenerbahçe'de de işler aynen öyle devam ediyor. Yabancı bir futbolsever ya da bir bahis tutkunu istatistiksel olarak Fenerbahçe'yi incelese 8 maçta 1 mağlubiyet, 1 beraberlik ve 6 galibiyetle şampiyonluğun en önemli adayı ve her maç banko yazılabilecek bir takım görür elbette. Ama işin gerçeği böyle değil. Aslına bakılırsa yabancı bir bahis tutkununun Türkiye Süper Ligi'ne de bahis oynaması çok üzücü ve talihsiz bir yandan. Özellikle de Fenerbahçe'ye! 3 defa şampiyonluğu son anlarda yitirmiş bir takım olarak Fenerbahçe'ye güvenmek zor. 

     Dün geceki maçtan sonra Ersun Yanal deplasman fobisinin bittiğini ilan etti. Ama ben  öyle düşünmüyorum. Şu ana kadar Konya, Kasımpaşa, Gençler ve Erciyesle oynadı Fenerbahçe. Bunlardan Konya 11, Erciyes 16 ve Gençlerbirliği ise 18. sırada. Aralarında en dişli görüneni Kasımpaşa. 5 galibiyetleri var ve 3. sıradalar. Bu 5 galibiyete bakın hepsi de ligin dibindeki takımlarına karşı. Yani bu sizi yanıltmasın. Sonuç olarak Fenerbahçe deplasman galibiyetlerini dişli takımlar karşısında almadı. Hepsini de tek farkla kazandı. Yani aslında ligin dibindeki takımları dahi deplasmanda yenerken zorlanıyor. Dolayısıyla bu moralle haftaya Gaziantep maçı içeride rahat geçebilir ancak çıkış arayan Bursa deplasmanına bence kesinlikle dikkat edilmesi gerekiyor. Çünkü Gaziantep ve Bursa maçlarından gelecek 6 puanın üzerine rehavete kapılmadan alınacak Galatasaray galibiyeti Fenerbahçe'ye şampiyonluk yolunca ciddi bir ivme kazandırır.


     Eksikler sebebiyle Fenerbahçe yine alternatif bir kadro ile sahaya çıkmak zorunda kaldı. Meireles ve Topal'ın yokluğunda Ersun Yanal Holmen'in yerine Christian'ı seçti. Bence çok mantıklı bir seçimdi. Geçtiğimiz hafta Trabzonspor maçında Alper ve Holmen her ne kadar agresif ve dikine oynayan bir orta saha görüntüsü verseler de etkili olamadılar. Fenerbahçe'nin orta sahasında her zaman bir oyun kurucu ve pasör'e ihtiyaç var. Emre bu görevi yapsa da şu an için tam olarak hazır değil. Öte yandan Ersun Hoca Emre'nin ve Christian'ın Erciyes'in kontra ataklarında takım defansına yapacağı katkıyı muhakkak düşünmüştür. 

     Fenerbahçe maça etkili başladı ama bulduğu pozisyonların en önemli nedeni ceza sahası önündeki pas trafiğiydi. Emre ve Christian'ın önderlik ettiği trafiğe Webo, Kuyt ve özellikle Sow çok hareketli bir şekilde dahil olunca pozisyonlar geldi. Erciyes baştan itibaren tamamen kapanma ve gol yememe ama atak da yapmama üzerine kurulu klasik bir Anadolu takımı hüviyetindeydi ve hiç bu görüntüden taviz vermedi maç boyunca. Fenerbahçe ilk yarıda sürekli ceza sahası önünde paslarla ve kanat ataklarının yönünü sık sık değiştirerek pozisyon buldu. İlk yarı ve ikinci yarı arasındaki fark da buradan kaynaklandı aslında. Maç 1-1' geldikten sonra Erciyes daha fazla kapanarak kanatlardaki adamlarını çoğalttı ve Fenerbahçe'nin de ceza sahası önündeki pas trafiği azaldığı için oyunu bu şekilde kilitledi. Caner Erkin'in gereksiz hareketi sonucu gerçekleşen değişiklik de dahil 58'de Selçuk-Alper, 77'de Emre-Emenike değişikliği kesinlikle doğru. Ersun Yanalı bu yüzden sevdiğimi daha önce de söylemiştim. Kazanmak için risk alabilen bir teknik adam. Erciyes zaten ileri gelmediği için Selçuk'u oyundan alıp Alper'i koydu ve bu da yetmeyince 4. forvet olarak Emenike'yi aldı. Her ne kadar Sow solda, Emenike sağda, Webo ileride ve Kuyt da arkasınd olsa da hepsi forvet özellikli oyuncular. Bu değişikliklerle Fenerbahçe'nin baskısı daha da artmadı aslında ama golü gerçekleştirebilecek oyuncu sayısı arttı. Ki baktığınızda or sahada Alper ve Christian pas trafiği için elbette yeterli değil. Ersun Yanal'ı eleştirebileceğim belki de tek yer oyunu tamamen kanatlara yıkarak ortalardan gol beklemesi. Halbuki yetenekli orta saha oyuncuları ile ayağa top yaparak da bir yandan gol aranabilirdi. 


     Sonuç olarak Fenerbahçe golü de Erciyes'in gereksiz kahramanlık yapma sevdası sayesinde attı. Zaten maça beraberlik için çıkan bir takım 90+5'te oyunu soğutmak yerine "Allah Allah" nidalarıyla gole giderse geride eksik yakalanır. Karşı takım zaten 4 forvet ve gol atmak zorunda. Gezdir topu al 1 puanı. Ama bunu akıl edemediler. Bedeli ağır oldu. Goldeki ortada sol bek Emre ile sol stoper Numan ve sağ stoper Mangane tamamen Kuyt'a bakıyorlar. Numan Webo ile, Emre Sow ile... E Emenike kimde??? Onu unuttular. Kademe anlayışı ne demek teker teker oturup çalışsınlar şimdi ve neden ligin dibinde olduklarını anlasınlar. Emenike de ilk golünü attı. Şimdi haberler çıkar. İlk golümü attım gerisi yolda diye. Ben şimdiden söyleyeyim. Fenerbahçe çift santrfor oynamadan Emenike'den fayda göremez. Çok şey beklememek lazım Emenike'den.

7 Ekim 2013 Pazartesi

Fenerbahçe Büyük Şansı Tepti

     Dün geceki maç bana biraz 2009-2010 sezonunda 34. haftada Saraçoğlu'nda oynanan maçı hatırlattı. Fenerbahçe 25 tane gol pozisyonuna girdiği, topların direklerde patladığı gecede Trabzonspor'la 1-1 berabere kalarak şampiyonluğu Bursaspor'a kaptırıyordu. Aslına bakılırsa o günkü kadar bariz gol pozisyonlarına girmedi Fenerbahçe ama yine de oyunun büyük bölümünü Trabzonspor yarı sahasında oynadı. 


     Fenerbahçe oyuna sakatlıklardan dolayı farklı bir kadro ile çıkmak zorunda kaldı. Sakatlıkları bulunan Alves ve Meireles'in yerine defansta Bekir ve orta sahada Holmen'i tercih etti. Emre kenarda, Christian ise tribündeydi. futbolcu tercihlerine bakarsak öncelikle Bekir'in yerine Kadlec'i oynatamaz mıydı Ersun Hoca? Bunun sırrı sanırım kendisinde gizli. Çünkü bana kalırsa Kadles kesinlikle Bekir'den daha iyi bir stoper. Ancak maç eksiği var. Bununla beraber Bekir daha fazla şans bulduğu için hem Egemen'le ikili olarak uyumu daha iyi hem de bu sezona iyi başladı. Dediğim gibi bu tercihin sırrı Ersun Hoca'da. Gelelim takımın can evine. Orta saha üçlüsü Meireles sakat olduğu için farklı bir orta saha ile çıkmak zorundaydı. Mehmet Topal'ı geçecek olursak Ptuk ve Holmen tercihlerine bir bakalım. Holmen'i bu sezon Sivas maçı ile hatırlıyoruz. Tam bir dinamoydu ve oyuna çok fazla etki etti. Ama o maçta arkasında Selçuk ve Meireles oyunuyordu. Yine Alper Potuk'a bakarsak en etkili olduğu maçlarda orta sahanın merkezinde değil 4-2-3-1'in forvet arkası pozisyonunda oynadığını görürsünüz. Çünkü Alper orta sahanın merkezinde oyuna yön verecek, pas alıp verecek, servis yapacak bir futbolcu türü değil. Alper, topla ve topsuz olarak dribblingler yapacak, topla araya içe kat edecek, bazen çalım atacak, bazen şut atacak bir oyuncu. Saha dizilişi anlamında Meireles'in yerindeydi. Ancak Holmen ve Alper bu anlamda birbirlerine çok yakın futbolcular olduğu için ve çok fazla koşan futbolcular olduğu için bu mevki farklılığının aslında çok fazla önemi yok. Asıl önemli olan Holmen ve Alper'in beraber oynaması. Topal - Alper - Holmen üçlüsünün hiçbiri pas yoğunluğu sağlayacak oyuncular değil. Ben oyuna Alper yerine Salih'le başlaması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü her takımın bir pasöre muhakkak ihtiyacı var. Ancak Ersun Hoca'nın futbol stratejisinde hızla dikine oynamak var. Özellikle de kanatlardan. Ancak Ersun Hoca belki de Salih'in ya da Christian'ın bu hızlı oyuna ayak uyduramayacağı ya da Trabzonspor'un hızlı kontra ataklarında geri dönüşlerde sorun yaşayacağı düşüncesi ile Holmen ve Alper'i beraber kullandığını düşünüyorum. Çünkü baktığınızda da Meireles takımın en çok koşan oyuncularından bir tanesi. 


     Fenerbahçe evinde taraftar desteğini de arkasına alarak hızlı hücumlarla Trabzonspor'un üzerine gitti. Önde baskı yaptı ve maçı kazanma arzusuna daha maçın başında gösterdi. Trabzonspor ise oyunu kendi yarı sahasında kabul ederek Fenerbahçe'ye çok fazla boş alan bırakmak istemedi ve bunu da çok iyi uyguladı. Kontra ataklarla hızla çıkarak topu bu yılın yıldızı Henrique ile buluşturmak istediler. Ama çok fazla başarılı olamadılar. Fenerbahçe oyun genelinde %61 gibi önemli derecede topa sahip olma yüzdesine erişti. Hepsi %100 diyemesek de önemli pozisyonlar yakaladı. Özellikle Webo'nun direkte patlayan füzesi ise gözleri yaşaran cinstendi. 52. Dakikada Alper'in yerine Emre'nin girmesi aslında doğru bir hamleydi. Bu sayede Fenerbahçe ceza sahası önünde daha fazla top yaptı. Bu şekilde pozisyon da yakaladı. Bu defa 63. dakikada Holmen - Emenike değişikliği geldi. Kuyt, Holmen'in pozisyonunu aldı ve 2. forvet pozisyonuna geçti. Ersun Yanal Kuyt'ın hem bu yönünü hem de çok koşan kimliğini burada kullanmak istedi sanırım. Bir anda hücumda takım 4-2-4'e döndü. Ersun Yanal Emenike'yi alarak baskıyı artırmak istedi çünkü aslına bakılırsa Emenike'nin oyun anlayışına uygun bir maç olmuyordu. Ama sonuçta bu da Emenike vücudunu kullanır, boş alanda bulduğunda tehlike yaratabilirdi. Son olarak da 83. dakikada Ersun Yanal vitesi 6'dan 5'e düşürdü ve Kuyt çıkarken Mehmet Topuz girdi. Kuyt'ın yerine ise Emre geçti. Fenerbahçe çok yüklendi ancak golü bulamadı. Ersun Yanal da bence takımla biraz fazla oynadı. 

     Fenerbahçe bu maçı kazansaydı 3 rakibine birden çok ciddi zarar vermiş olacaktı. Trabzona'a 6, Beşiktaş'a 3 ve Galatasaray'a 11 puan fark atmış olacaktı. Yani aslında belki de tek rakibi Beşiktaş olacaktı. ancak bu şekilde bakıldığında Galatasaray bile yarışın içinde sayılabilir.

5 Ekim 2013 Cumartesi

2000 Güruhu!

     Galatasaray taraftarının ve hatta aslında tüm Türk futbol komuoyunun unutamadığı en önemli zamanlardan biri de 2000 senesi. 33. haftaya Beşiktaş'ın 6 puan önünde giren Galatasaray İzmir'de Altay'a 1-0 mağlup olsa da İnönü'de Fenerbahçe'nin Beşiktaş'ı Preko (2) ve Moldovan'ın golleriyle 3-1 yenmesi sonucunda şampiyonluğunu ilan ederek üst üste 4. şampiyonluğu ilen etmişti. Şampiyonluğunu ilan ettikten 3 gün sonra Arsenal'le finalde boy gösteren Galatasaray Kupa 2'nin şampiyonu oluyordu. Galatasaray'ın maç kadrosu hemen hemen o döneme damgasını vuran oyunculardan oluşuyordu. Tabi şu an aşağıdaki tabloda gözükmeyen Fatih Akyel, Hasan Şaş, Hakan Ünsal,Tugay Kerimoğlu , Emre Belözoğlu gibi isimler de o 


sezona kadar Galatasaray'da futbol oynayan yıldızlardı. Galatasaray Arsenal'i penaltılarla 4-1 mağlup ederek kupayı almıştı. Türk futbol tarihinin inanılmaz gecelerinden bir tanesiydi. Başta Fatih Terim olmak üzere Hakan Şükür, Arif, Ümit Davala, Fatih Akyel vs hepsi her ne kadar klasik bir deyim olsa da isimlerini bu tarihe altın harflerle yazdırdılar. Tabi sonra Fatih Terim başta olmak üzere Hakan Şükür, Okan, Emre, Tugay neredeyse hepsi Avrupa'nın yolunu tuttu. Galatasaray'ın bir daha böylesine kaliteli bir kadroya sahip olması çok uzun zaman alacaktı.

     Bu sezonun hemen ardından Fenerbahçe şampiyon olmuş, ardından Mircea Lucescu ikinci yılında Galatasaray'ı tekrar şampiyonluğa taşımıştı. Daha sonra Mircea Lucescu'nın yerine II. Fatih dönemi başlamış ama işler yolunda gitmemişti. Ligin 6. haftasında ligi daha sonra 6. bitirecek olan Fenerbahçe'den 6-0'lık bir mağlubiyet almıştı. Fatih Terim bu sezonu Beşiktaş'ın 8 puan gerisinde 2. tamamladı. Sonraki sezon ise tam bir felaketti. Galatasaray 2003-2004 sezonunu 6. bitirdi ve takımın başına efsane George Hagi geldi. Hagi ile sezon 3. bitirilirken Galatasaray özlediği şampiyonluğa Eric Gerets ile ulaştı. Ama tüm bu zamanlarda tüm spor yazarları hatta taraftarın dilinden düşmeyen birşey vardı: 2000 RUHU! 1996-2000 yılları arasındaki takımdaki Türk oyuncuların büyük bölümü Fatih Terim'in izleyerek genç yaşlarında olimpiyat takımına dahil ettikleri oyunculardan oluşuyordu. Hepsinin Fatih Terim'e sevgi ve saygısı çok fazlaydı. Takımda sevgi, saygı ve arkadaşlığın yanı sıra saha içerisinde de inanılmaz bir uyum vardı. Hatta Suat Kaya bir televizyon programında bu durumu "Herkes sahada kimin hangi an nerede olduğunu çok iyi bilirdi. Hatta gözü kapalı bile pas atardık." şeklinde açıklıyordu. Aslında 2000 ruhu buydu. Her futbolcunun birbirini tanıyarak hangi hareketi ne zaman yapacağını önceden sezmekti. Sanki aynı evde yıllarca yaşayan ev arkadaşları ya da eşlerin birbirlerinin huyunu öğrenmesi gibi birşeydi bu. Galatasaray hep bunu aradı ama bu yanlıştı. Galatasaray'ı zirveye taşıyan o günkü dinamikler sadece sahadaki 11 ya da 18 futbolcu ile ilgili değildi. Evveliyatı vardı, bir süreçti. Bunu aynı Barcelona'nın yıllardır süregelen Total Futbol anlayışı ve La Masia istikrarının bir sonucu olarak yıllarca İspanya ve Avrupa futboluna ambargo koyması gibi bir durumun benzeri.

     Aslında anlatmak istediğim Galatasaray'ın bu 2000 ruhu ya da bu ruhun ne şekilde oluştuğu değil. Sonrası, bugünü... Hepsi Avrupa'nın çeşitli ülkelerinin takımlarına dağıldı. Kimi tutundu, kimi tutunamadı ve en sonunda hepsinin kariyeri son buldu. En son olarak da "30 yaşımdan sonra futbolu öğrendim" diyen Tugay'ın! Belirli bir aradan sonra bir bölümünü tekrar görmeye başladık. Arif Erdem, İstanbul BŞB'de Abdullah Avcı'nın yardımcı antrenörlüğünü yaptı 5.5 yıl kadar. Sonra 1 yıl kadar da teknik direktör olarak devam etti ve ayrıldı. Ergün Penbe 2008'de Hacettepe ile başladı ve bu yıl Temmuz ayında Giresun'dan ayrıldı. Suat Kaya bildiğim kadarıyla lise diploması nedeniyle teknik direktör lisansı alamıyor. Emre hala oynuyor. Fatih Akyel kenara çekildi. Bülent Korkmaz en göz önünde olanı. Süper Lig'in Hikmet Karaman, Samet Aybaba, Yılmaz Vural kervanına katıldı gibi. Çok saygı duyduğum Tugay Manchester City alt yapısında bir süre görev aldıktan sonra 2009-2010 ve 2010-2011 yıllarında sırasıyla Bülent Korkmaz, Frank Rijkaard ve George Hagi dönemlerinde alt yapıda yine görev aldı. Daha sonra ayrıldı. Hakan Şükür zaten millet vekili. ve Fatih Terim'in III. dönemiyle sahneye çıkan iki isim: bir dönem rap albümü yapan Ümit Davala ve Hasan Şaş. Bildiğim kadarıyla Hasan Şaş, Ümit Davala gibi oyunculara üstün başarıları nedeniyle kendilerine lisans verildiğini duymuştum. Tabi yıllarca futbol oynamak da insanı belli bir noktaya getiriyor elbet ama futbolu yönetmek daha başka birşey. Ama tribünden bakıldığında da çok heyecanlı. Bir yanda efsane hoca Fatih Terim, arkasında en iyi öğrencileri Ümit ve Hasan.(Aslında Taffarel'i de sayabiliriz ama bence kaleci antrenörü olarak gayet tecrübeli dünyaca ünlü mükemmel bir kaleci. O yüzden onu eleştirmiyorum)2000 ruhu kokuyor sanki. Ama hep aklıma şu soru takılmıştır. 6-7 sene teknik direktörlük tecrübesi olan Arif, Ergün Penbe, Bülent Korkmaz da aslında faal olarak bu tecrübeye sahipler. Bunun yanında Tugay'ın çok ciddi tecrübeleri oldu ancak bunlar değil de neden Hasan ve Ümit Davala bir türlü çözememişimdir. Hasan Şaş'la Adana'dan bağlantı kurabiliyorum doğrusu. Ama onun haricinde bilgim ve görgüm yoktur. Hep de şüphe ile baktım zaten antrenörlük bilgi ve becerilerine. Zaten Fatih Terim'siz çıkılan ilk maçta Burak Drogba Sneijder'i beraber oynatıp bir de üzerine Melo'nun yokluğunda Selçuk'un yanına Engin Baytar'ı monte takımı neredeyse orta sahasız bıraktıklarını görünce iyiden iyiye düşünmeye başladım.

     Şimdi en son başka bir olaya geleceğim. Kim dedik? Bülent Korkmaz bu takımı yönetti, George Hagi, Ümit, Hasan, Tugay hepsi çeşitli kadrolarda da olsa bu takımı yönettiler. Şimdi en acısına geliyorum: Vedat İnceefe! En son Fatih Terim'e yapılanlardan sonra istifa çekmiş canı! Peki ne iş yapıyordu? Galatasaray 19 yaş altı takımının başındaydı. Sorgulanacak o kadar çok şey var ki? Arif, Bülent, Tugay, Ergün gibi adamlar en kötü Süper Lig'de takım yönetmiş insanlar. Peki Vedat? Yeni Malatya ve Bugsaşspor'u çalıştırmış. En büyük başarısı ise 13.01.2011'de Fenerbahçe'yi Türkiye Kupası'nda 2-1 yenmesi. Bunun haricinde hiçbir faaliyeti yok Vedat'ın. Ama dünya kulübü olma yolunda ilerleyen Galatasaray'ın kalbi Arda'ların ve nicelerinin çıkacağı 19 yaş altı takımının başında. 19 yaş altı çalıltıran antrenörler daha özel olmalı bence. Hani sporcu sağlığı, gelişimi, ahlâkı vs. Bu konularda eğitim almış daha ciddi insanlar olmalı. Ama anladığım kadarıyla Galatasaray "Hamil-i kar yakinimdir" şeklinde çalışıyor. Vedat İnceefe de bugün instagram'da paylaştığı bir yazı ile gündeme oturdu ve istifasını sundu. Yazı sizin de okuduğunuz gibi Ünal Aysal'a ithafen ve terbiyesizce


yazılmış bir yazı. Sebebi ise Fatih Terim' yapılanlar. Fatih Terim kovulmuş, yardımcıları 1 hafta onun isteğiyle göreve devam etmiş, Taffarel hala devam ediyor. Tugay, Hoca'dan izin alarak Mancini'nin yardımcı entrenörlüğü teklifini kabul etmiş. Sana ne oluyor diye sormazlar mı? Taffarel, Ümit, Hasan hiçbir söz söylememiş, mevcut durum ile alakası yokken yazılan bu yazı aslında Vedat'ın bulunduğu yere hiç de yakışmadığının ispatı niteliğinde.

     Ümit'i Hasan'ı Müfit'i Taffarel'i Vedat'ı bakarsanız 2000 Ruhu olmuş size 2000 Güruhu! Ya da ne demiş şair: " Hatıralar sarmış dört bir yanımı/Baktığım her yerde izin duruyor/ Ben seni düşünmek istemesem de/ Bana herşey seni hatırlatıyor". Galatasaray geleceğine bu güruh ile bakamaz. Fatih Terim'e laf yok ama profesyonel insanlara ihtiyaç olduğu da ortada. Ya da Galatasaray'a son dönemdeki şampiyonlukları ve Şampiyonlar Ligi'ndeki çeyrek finali yine bu güruh kazandırdı diyebilirsiniz o da bir bakış açısı...

     

3 Ekim 2013 Perşembe

Galatasaray L'italiano*

6-1'lik tarihi mağlubiyet, telefon krizi, Fatih Terim'in gidişi, Rize beraberliği derken gün geldi çattı. Gruptaki rakibi olarak gördüğüm Kopenhagen'ın Juventus ile evinde berabere kalması sonucu Galatasaray'ın İtalya'dan 0 puanla dönmesi artık Galatasaray'ın ikincilik şansını tamamen yok edecekti. Takımın başına geçeli daha bir hafta olmamış olmasına rağmen Mancini de bu hesapları gayet iyi biliyordu. Bu yüzden klasikleşen kadroda değişikliğe giderek 4-2-3-1'le sahaya çıktı. En çok merak edilen oyunculardan biri Burak Yılmaz hemen kızağa alındı. Aslına bakılırsa çok doğru bir tercihti bu. Hücumda 4-2-3-1 defansta ise 4-4-1-1 ile Juventus deplasmanında sahaya daha temkinli bir kadro ile çıktı. Bununla birlikte uzun süredir kadroda kendine yer bulan Engin Baytar'ın yerine de Riera yer buldu. Hatta Riera sol önde başladığı maçı, Bruma ile yer değiştirerek sağ önde bitirdi. Riera tercihinde sanırım Riera'nın defansif özellikleri ve takım savunmasına yapacağı katkı rol oynuyordu. İlk yarıya Galatasaray çok temkinli başladı. Fatih Terim'in Galatasaray'ından farklı olarak oyunu kendi sahasında kabul etti ve önde basmadı. Mancini de tabi Juventus'u yakından tanıyor. 3-5-2 düzeni gibi Avrupa'da ender kullanlan hatta İtalya dışında kullanılmayan oyun dizilişi ile sahaya çıkan Juventus Asamoah, Pirlo, Pogba, Vidal ve Leichsteiner ile sağlı sollu ataklar yapmaya çalıştı ama Galatasaray oyunu kendi yarı sahasında kabul edip çok da fazla ileride yakalanmadığı için fazla pozisyon vermedi. Bunun haricinde defansın arkasına sarkıttıkları toplarla Tevez ve Vucinic'i(sonra Quagliarella) topla buluşturmaya çalıştılar ama olmadı. Galatasaray da nadiren Drogba ile etkili olduğu pozisyonlar oldu. Ancak bunlar da ileri şişirilen direkt toplarla oldu genelde. Çünkü Juventus'un kalabalık orta sahası Galatasaray'ın top yapmasına çok fazla izin vermedi. Galatasaray maçı aslında tam istediği gibi ve rölantide götürürken bir anda hiç pozisyon yokken yanlış hatırlamıyorsam Chiellini'nin inanılmaz hatasında Drogba yine golünü attı. Aslında Drogba'ya ayrı bir parantez açmak, hatta paragraf yazmak hatta belki de onun için ayrı bir yazı yazmak gerekir. Sadece bu maç için değil bütün maçlarında inanılmaz bir fizik kondisyonu var ve çok kuvvetli. Neredeyse her hafta 90 dakika oynuyor ve bir de hafta arasında seviyesi böyle yüksek maçlarda da böyle performans gösterebiliyor. Özellikle 35'ini aşan bir futbolcudan kimse bu kadarını bekleyemez. Sadece bir tane futbolcunun bir takıma bu kadar bariz faydasının dokunması muhteşem. Hiçbir kafa topuna izin vermiyor. Çok önemli defans oyuncularıyla karşılıklı oynuyor ama hiç yorulmadan, rahatlıkla topları kafasıyla ya da göğsüyle  takım arkadaşlarına servis edebiliyor. Kafa golü atıyor, sert şutlar çekiyor... Daha ne isteyebiliriz ki Drogba'dan? 


İlk yarının sonlarına doğru Juventus golü de yemenin etkisiyle baskıyı arttırdı ama sonuç çıkmadı. Daha defansif olan Leichsteiner'in yerine daha ofansif sağ açık olan Isla değişikliği ile başladı ikinci yarı. İkinci yarıda Juventus'un çok daha baskılı başlayacağını herkes biliyordu zaten.  Ancak Galatasaray'ın bu kadar kendi yarı sahasına gömüleceğini hiç düşünmemiştim. Aslına bakarsanız Galatasaray'ın ruhunda da yok bu. Ancak Mancini oyuncuların bunu yapmasını sağladı ve ikinci yarının başından itibaren Galatasaray sanki bir İtalyan takımı gibi katı defans anlayışıyla iyice içe gömüldü. Normalde kanat ataklarında Galatasaray 'da sağ kanatta Eboue oyuncuyu karşılarken Riera da ona yardımda bulunarak rakip oyuncunun diğer oyuncuyla varyasyon yapmasına izin vermezdi. Ancak ikinci yarıdan itibaren görüntü Eboue'nin de sanki bir tandem oyuncusu gibi içeride kalması, Riera'nın bir bek gibi oyuncuyu karşılaması şeklinde oldu. Yani bazen beşli hatta bazen de altılı defans anlayışına geçti Galatasaray. Drogba bile orta sahanın gerisinde Juventus orta sahasını karşılamaya başladı. 60. dakikada Riera-Amrabat değişikliği geldi. Kesinlikle o an doğru bir tercihti. Amrabah, süratli, çabuk ve adam eksiltebilen bir oyuncu. Juventus'u ileride yakaladıklarında kontra atakla takımı öne taşıma ihtimali çok yüksekti.  Bu kadar baskı elbette bir yerden sonuç getirmeliydi. Derken o da yetmedi Conte, üçlü defansın göbeğinden Bonucci'yi alarak İspanyol pivot Llorente'yi oyuna aldı ve 2-5-3 gibi riskli ve garip bir sisteme döndü. Zaten Galatasaray iyice kendi yarı sahasına gömülmüş ve skoru koruma çabasına girmişti. Aldığı bu risk tam 10 dakika sonra meyvesini verdi. Tevez'i ceza sahası içerisinde yerde bırakan Amrabat'ın faydadan çok zararı dokunmuştu. Zaten defans oyuncusu olmayan orta saha ya da forvet oyuncuları yapar genede böyle penaltıları. Gereksiz ve anlamsız... Tevez zaten sırtını kaleye çevirmiş, ortada pozisyon yok! 1-1'den sonra Juventus iyice baskıyı artırdı. Artık kanatlarda herhangi bir varyasyona bil gerek kalmıyordu. Orta sahadan uzun toplarla kenarlarda, Asamoahi, Pogba, Isla ya da Pirlo sürekli ceza sahasına orta yaparak gol aradılar. Juventus'un ısrarla bu şekilde yani ceza sahasına ortalarla gol araması beni çok şaşırtmadı. Çünkü Galatasaray defansı mahşer gibi bazen 8-9 kişiye çıktığı bile oldu. Ve zaten bu ortalardan birinde tam 3 kişinin arasından kafayı vuran Quagliarella 2-1 yaptı skoru. 8 kişi defans yapan bir takımda 3 kişinin arasından Quagliarella gibi bir futbolcunun kafa vuruşu yapması da çok manidar. Llorente falan olsa pivot santrfor yükseldi vurdu deriz. Ama yine kademe hatasından gol yendi. Ancak şans mı demek lazım 


yoksa beklenen son mu bilmiyorum ama iki dakika geçmeden 74'te takıma dün gece hiçbir katkı sağlamayan Sneijder'in yerine giren Umut Bulut yine Drogba'nın şaheser diyebileceğimiz pasında aslında çok kötü bir vuruş yapmasına rağmen top yere sektiği için golü attı ve Galatasaray'a üst tur için "Umut" oldu. Herkes belki Burak'ı bekliyordu ama Umut'un hem forvet arkası özelliği hem daha çok koşan bir yapıya sahip olması nedeniyle ve belki de Burakın çok fazla gol kaçırması sebebiyle doğru tercihti. Ve doğru tercih olduğunu da gösterdi. Ancak burada yılmadan ve yorulmadan her kafa topuna çıkan Drogba'yı ayakta alkışlamakla birlikte golün de Conte'nin aldığı riskin bir sonucu olduğunu görmek lazım.


Siyahla işaretlenen kişi Umut. Kiminle kafaya çıkıyor Drogba? Vidal. Top Barzagli'nin arkasından geçiyor ve Umut'a geliyor. Chiellini zaten hiç yok ortada. Normalde bir sağ bek oyuncusunun ya da Isla'nın belki de olması gereken yerde inanılmaz bir defans zaafiyeti ve ardından gelen gol. 

     Galatasaraylı birçok taraftar ya da yazar Mancini'nin kariyerini beğenmiyor ya da Fatih Terim'den iyi olmadığını savunuyor. Bunlar tartışılabilir konular. Ama açık açık başarısız olup Galatasaray'dan gitmesini bekliyorlar. Hatta beraberinde Ünal Aysal'ın da. Ancak Mancini dün gece çok iyi bir sınav verdi. Belki daha çok yeni ve takımı dahi tanımıyor. Herşey Fatih Terim'den miras. Ancak dün geceki oyun anlayışının kesinlikle Fatih Terim'le uzaktan yakından ilgisi yok. Eğer dün gece bana kalırsa takımın başında Fatih Terim olsaydı bu beraberlik bence alınamazdı. Her halükârda önde basan ve hücum futbolunu seven Fatih Terim'in Galatasaray'ı dün geceki beraberliği bana kalırsa alamazdı. Galatasaray Juventus'u Mancini'yle, bir İtalyanla ve kendi silahları İtalyan defansıyla vurdu. Dün gece rolleri Galatasaray değiştirdi. 

İtalyan Galatasaray*